Thursday, November 15, 2007

Butun dunya Turkey yerine Turkiye kullansin!


Uzun zamandir dikkatimi ceken bir hareketti butun dunya Turkey kelimesi yerine Turkiye kullansin hareketi. En son, son zamanlarin populer web sitesi facebook'ta da karsima cikinca hakkinda bir iki kelam etmek istedim.


Bu konunun cikis noktasi ozetle su; Ingilizcede hindi manasina gelen turkey(kucuk t ile) kelimesi ile Turkiye manasina gelen Turkey (buyuk T ile) kelimeleri ayni oldugu icin basta yenildigimiz futbol maclarinin arifesinde olmak uzere Ingilizce konusulan ulkelerde bizimle dalga geciliyor. Bu sebeple ulkemizin Ingilizce adini degistirelim artik kimse hindiyle Turkiye'yi birbirine karistirmasin.


Bu bana cok bos bir dusunce tarzi gibi geliyor. Oncelikle kelimenin cikis esasiyla hindi anlamina gelen kelimenin hindi kusunun Turkiye'deki culluk'a benzetilmesinden oturu turkey oldugunu bilince insan bu Turkey isminin hindiden once zaten kullanilan bisey oldugunu anliyor. Yani adamlar birdenbire kusa da turkey diyorlar diye ulke ismini degistirmek asiri fevri hareket etmek oluyor. Ustelik hindi kotu bir kus da degil. Eti lezzetli ve besleyici bir kus. Madem bu kadar ulke tanitimina, dovize falan muhtaciz. Hindinin hasi bizde turkey is from Turkey falan gibi bir kampanya baslatilarak butun dunyaya en iyi ve en kaliteli hindi etinin Turkiye'den alinabilecegi anlatilarak hem ulke tanitimi yapilabilir hem de bir suru para kazanabilir.


Ustelik madem baska bir lisanda kendi ulkemizin adinin asagilanmasi hosumuza gitmiyor belki baskalarini elestirmeden once kendi lisanimizi duzeltebiliriz. Mesela Hindistan (ki bu anlamda hindi memleketi demektir) veya Misir (bildigimiz yemeklik misir) hemen degismesi gereken ulke isimleridir.


Son olarak ulke ismi degistiriliyorsa boyle vatandaslarin munferit cabalariyla yapilabilecek bir sey degildir. Madem Turkiye Cumhuriyeti olarak artik Turkey kelimesini kabul etmiyoruz (ki bana gore yanlis) o zaman uluslararasi yazismalarda, posta gonderilerinde, pasaport vize islemlerinde Turkey diyen kimseyi kabul etmezsin, mektuplari geri gonderirsin, hakkinda bir iki makale cikar ve insanlar yavas yavas kerhen ve mecburen de olsa Turkiye ismini kullanmaya baslarlar.


Her halukarda, hem cok buyuk bir tanitim sansini kaciriyormusuz hem de aslinda Turkey degil Turkiye (torkiye diye okunur o noktali) bizim adimiz diyerek kendimizi komik duruma dusuruyormusuz gibi hissediyorum.

Wednesday, October 31, 2007

Etrafi dusmanlarla cevrili bir garip ulke: Cin!


Cinli mesai arkadasiyla yaptigimiz uzun bir seyahat sonucunda cok carpici gercekleri ogrenmeyi basardim. Konu nasil bir anda politikaya veya Cin'in hizla silahlanmasina ve onumuzdeki bes sene icinde bir ucak gemisi yapmak gibi bir niyeti olduguna geldi bilmiyorum. Belki yaklasik 9 saat suren yolculugun sonlarina dogru konusulacak konu eksikliginin bunda buyuk bir rolu oldu denebilir. Sonucta Cinli mesai arkadasim beni Cin'in dort bir tarafinin dusmanlarla cevrili olduguna ve bu yuzden hizla silahlanmasi, kendini korumasi gerektigine inandirmayi basardi. Mesela en bariz dusman Japonya. Bu ulke Cin'i daha bundan 50 sene once isgal etmeye calismisti ve firsat verildiginde bunu tekrar yapmaya hazirdi. Gerci Japonya 2.Dunya Savasini kaybedenler arasinda oldugu icin hafif bir ordu disinda ordu bulundurmasi yasakti ama olsun, ellerinde son derece modern bir orduyu en kisa zamanda meyadana getirebilecek kadar teknolojo var. Daha sonra kuzeyde Rusya, ozellikle sinir bolgelerinde Cin uzerinde toprak talebi olabilecek bir ulke. Azili dusmanlardan Hindistan'i unutmamak gerekir, hele Cengiz Han'in torunlari olan Mogolistan. Iste bu azili potansiyel dusmanlara karsi Cin'in bir ordu bulundurmasi ve kendini bir an once savunmaya gecmesi sartmis, yoksa bir isgalden kurtulmasi kacinilmazmis. Bu arkadas ayrica ABD'nin, Cin'in birlik ve beraberligi konusunda hain planlari olduguna, onlari karisikliklarla kontrol altinda tutmaya calistiklarini dusunuyordu. Ayrica yine ABD, Cin'in ekonomik gelismesini yavaslatmak ve engellemek adina Hindistan'a acik ve kapali destek vermeyi surduruyordu.


Isin enteresan yani bu seyahatten iki gun sonra Hintli baska bir kisiyle daha kisa bir seyahat yapma firsatim oldu. Duyduklarim uc asagi bes yukari ayni seylerdi. Hindistan'in etrafi dusmanlarla cevrili, bir tarafta Cin, diger tarafta Pakistan. Ayrica ABD Hindistan gelismesin diye surekli Cin'i destekliyor ve onlarin ekonomik gelismesine yonelik yatirimlar yapiyor.


Benzer korkularin bizim de komsularimiza karsi besledigimiz dusunulurse, acaba 21.yy bilgi cagi degil korku cagi mi olacak diye merak ediyorum.

Thursday, October 18, 2007

Hangi Paris?

Fuar icin Paris'te bulundugum bir gun boyunca butun Paris ve Paris'lilere olan onyargimi degistirebilecek seyler oldu. Simdilerde bendeniz nacizane uc bes Fransizca kelimeyi bir araya getirebilecek seviyeye gelmis durumdayim. Dort senedir Belcika'da bulunmanin ve kurslara devam etmeye calismanin bir meyvesi bu. Neyse iste ne zaman agzimi acip bir Fransizca soru yoneltsem, artik karsidakinin bu can cekisiyor gibi Fransizca konusan adama katlanmaktansa yillarin onyargisini yikar Ingilizce konusan Paris'li olurum daha iyi demesinden midir bilinmez, herkes bana Ingilizce cevap verdi. Ustelik bir kac tanesinin uzerine gidip Fransizca konusmaya devam ettim ve benim Fransizca karsimdaki Fransizin Ingilizce konustugu komik bir durum ortaya cikti ama kimseyi yildiramadim. Sonunda kendim yildim ve Ingilizce'yi surdurdum. Yol sordugum insanlar son derece kibar ve sabirli sekilde tarif ettiler, metro biletimin yanlis oldugunu ve 4 bolge icin gecerli bilet almam gerektigini metro bileti satan bayan tane tane ve guler yuzle anlatti. Ornekleri devam ettirmek mumkun. KFC'de kahve makinasina para atip kahve alacakken arkalardan gorevli "no no no" diyerek kosup gelip bana once bardak koymam gerektigini yoksa kahvenin bosa akacagini kibar bir sekilde anlatti. Daha sonra kagit bardaklardan son kalanin agzinin pis olduguna karar verip onu cope atti, iceri gidip yenisini getirdi. Bu arada benden ozur falan diledi.

Gercekten her zamankilerden cok farkli bir Paris gunu gecirdim. Herhalde Paris'lilere bu mevsim degisiklikleri pek yaramadi.

Saturday, October 6, 2007

Supermarketler ve kasiyerleri

Bugun, bir haftalik alisverisimi yaptiktan sonra supermarket kasasinda kuyruga girmistim. Cumartesi telasi icinde onumdeki, arkamdaki ve yanimdaki kisilerin alisveris arabalarina kacamak bakislar atarak ne aldiklarina bakip, analizler yapmaya calistigimi farkettim. Bunu biraz istemeden yapiyor insan. Mesela onunuzdeki kisi biraz kiloluysa ve surekli sekerleme, dondurulmus pizza gibi sagliksiz olarak bilinen gidalari kasiyerin onune koyuyorsa o kilolari besleyen kaynagi tahmin etmek zor olmuyor. Ayni sekilde sadece "bio" urunleri alan insanlarin da bu "bio" aldatmacasina kendilerini ne kadar da kaptirdiklarini dusunuyordum ister istemez.

Fakat butun bu dusuncelerin ve kacamak supermarket analizlerinin arasinda cok daha ilginc bir seyi farkettim. Turkiye'de ilk hipermarketin acilmasindan bugune gecen onca sene icerisinde yaptigim belki yuzlerce supermarket alisverisinde kasiyerlerin kayitsizligi bir tokat olup yuzume patladi. Ne almis olursam olayim o kasiyerin gozunde ne bir yargilama, ne bir sinsi biyik alti gulumsemesiyle, "aksama ne yemek yapmayi planladigini anladim ben senin" bakisi atmasi, ne de "yuh ulan ayni seyden bu kadar cok alinir mi" diye pesin hukumlu bir kani olusturma. Acaba bu hipermarket kasiyerleri boyle tepkisiz kalabilmek ve insanlarin alisverisleri hakkinda yorum yapmamak icin ozel bir egitimden mi geciyorlar, ya da daha korkuncu belki ben bunca senedir yaptigim onca alisverisin hic birisinde "farkedilen" olmayi basaramadim.

Monday, September 3, 2007

Radio Salaam Shalom


Bugunku yazida bir radyo uzerinden baslamak istiyorum. BBC sayesinde farkina vardigim bir radyo Radio Salaam Shalom (Radyo Selam Salom). Bildiginiz gibi Salom, Ibrani dilinde selam karsiliginda kullanilan bir kelime. Ingiltere'nin Bristol kentinde yayin yapan bu radyo Musluman ve Yahudilerin beraber calistiklari, beraber program yaptiklari bir radyo. Program yapimcilari baslarda karsi dindekine onyargili yaklasarak baslamalarina ragmen, ortak noktalarini gordukce birbirlerine ne kadar benzediklerine ikna olmuslar ve birlikte baris icinde yasanabilecegine dair inanclari artmis. Internet uzerinden de dinlenilen bu radyonun amaci, hep karsi taraf olarak gorulen bir kesimin sesini duymak, onlarin hassasiyetlerine kulak vermek. Oncelikle bu radyoyu hem bir davranis bicimini ornek vermesi hem de ilginc konulari sebebiyle tavsiye ediyorum. Su internet adresinden Radio Salaam Shalom dinlenebilir (http://www.salaamshalom.org.uk/)


Bu radyoyla ilgili BBC programini dinlerken arabayla bir yerden bir yere gidiyordum ve dolayisiyla uzerinde dusunmek icin epey zamanim oldu. Ilk aklima gelen "aa cok guzel bir fikirmis, acaba aynisi Turkiye'de yapilabilir mi?" oldu. Bu dusuncenin uzerinde epey bir beyin jimnastigi yapip, acaba pratik olarak nasil hayata gecirilebilir diye dusunurken daha carpici bir gercekle karsi karsiya kaldim. Aslinda bizler Turkiyede bu tur "oteki/karsi taraf" gozuken kimselerle ilgili radyo istasyonlari kurmaya kalksak ne kadar da cok kurulabilir. Mesela aklima ilk gelenler: "ulusalci/liberal, dinci/laikci, fenerli/galatasarayli, turk/kurt, turk/yunan, turk/iran, turk/arap" vs. vs. Ne kadar cok oteki var Turkiye'de? Ne kadar cok catisma olarak gorebilecegimiz taraf var. Ve en basta eksik olan karsilikli olarak medeni bir tartisma ortamina girerek, fikir degis tokusu yapabilmek. Benim Turkiye'de olmasini en cok arzuladigim seylerden birisi de bu. Yine BBC'de dinledigim baska bir programda, Afrika muhabiri bir sene Amerika'da kaldiktan sonra ulkesine donmustu ve Amerika'da en cok neden etkilendigini anlatiyordu. Amerika'da onlarda seminere katilmis, bilim adamlari, profesorler ve toplumun cesitli kesimlerinden kimselerle konusmus bu kisinin deneyimlerini anlattigi programini bitirirken kullandigi son cumlesi cok carpiciydi: " Ben ulkemde, yuksek binalar, genis otoyollar, tertemiz ve iyi isiklandirilmis sokaklar ve cok buyuk zenginliklerin hayalini kurmuyorum. Benim hayalini kurdugum her cocugun beraberinde bir asi karnesi olmasi ve o zamana kadar yapilmis butun asilarini ve eksiklerini gosteren bir sistemin kurulmasi." Iste benim de Turkiye'den beklentim biraz bu dogrultuda karsilikli oturup duzgun duzgun konusabildigim insanlarin cogunklukta olmasi.

Thursday, August 30, 2007

Baba olmak

Cocuk sahibi olanlarin cocuklarina olan duskunlukleriyle ilgili yazmak istiyorum bu sefer. Bundan tam 10 ay once kizim Asya dogdu ve beni baba olma mutluluguyla tanistirdi. Daha once cocuklu insalarda gordugum bircok seye de kendimde sahit olma firsatini yakaliyorum her gecen gun. Bugun bahsetmek istedigim bunlarin en carpicilarindan birisi olan odaklanma ile ilgili. Eger ortamda yasi 10-11 den kucuk bir cocuk varsa ana babasinin gozu ve dikkati buyuk oranda cocugun uzerinde oluyor. Acaba dustu mu, atladi mi, birseyi agzina goturup yutmak uzere mi? gibi kaygilarla sizi ziyarete gelen kimseye veya misafir gittiginiz evde olanlari soyle bir can kulagiyla dinleyip gozlerinin icine bakarak konusamiyorsunuz. Cogu zaman “sen anlat, kulagim” sende havasi icinde olan insan, karsisindakinin sozunu de surekli keserek ”ay yapma cocugum, bak atti kendini, altini mi kirlettin sen?” gibi obeklerle diyaloga tuz biber ekiyor.

Kendimizi kandirmaya gerek yok, karsi taraftaki kisi icin oldukca can sikan bir durum bu. Hele karsi taraf cocuksuz bir kisiyse ustune bir de anlasilamaz olmak ekleniyor. Malesef bunun cozumu yok. Anne baba olmanin paketiyle beraber gelen ve icinize kurulan bir hissiyat bu. Belki de sirf bu yuzden cocuklu aileler cocuklu ailelerle daha kolay iletisim kurabiliyorlar.

Monday, August 6, 2007

Ilber Ortayli okumak zor!

Turk toplumu olarak okumayan bir toplum oldugumuzu biliyoruz. Yer yer kullanilarak tamamen tuketilmis bu geyikten bir konu acmak amacinda degilim fakat uzun zamandir bunun sebeplerinden birisini cok guzel ifade eden bir sey okudum onu paylasmak istiyorum. Ilber Ortayli roportajlarindan derlenen ve son zamanlarda Timas yayinlarindan cikan “Tarih’in sinirlarina yolculuk” isimli kitapta Ilber Hoca ozetle, Turk insani boyle elime kitabimi alayim, koseme cekileyim de onu okuyayim diye dusunen Batili insandan farklidir. Turkler bir arada yasamayi, muhabbet etmeyi, konusmayi, dusunceleri konusarak paylasmasi tercih ederler ben de konusmaya basladiktan sonar tanindim, kitaplarim daha sonra okunmaya basladi gibi bir seyler soyluyordu. Toplum olarak, asagilamadan, ya da yuceltmeden objektif olarak ne guzel analiz etmis Ilber Hoca bizi.

Ilber Ortayli okumak birazcik kendisinden haberi olan bir kisi icin cok aci bir deneyim aslinda. Bunu daha iyi aciklamaya calisayim. Ilber Ortayli’yi okurken insanin aklindan ayni anda bir suru carpici dusunce geciyor. Bunlardan birincisi, Hoca ne kadar cok sey biliyor ve ne kadar da cok seyi hafizasinda tutabiliyor. Zaten iyi bir tarihci olmayi iyi bir hafizaya bagliyor hoca. Iyi bir hafiza daha benim en basinda sinifta kaldigim bir olay. Ondan sonra Hoca tarihte adi duyulduk ve duyulmadik bir cok olay, kisi ve yer hakkinda gercekten entellektuel merak uyandiracak bir suru sey anlatiyor. Insanda ayni anda Habsburg Imparatorlugu, Balkan savasi, Napolyon, Rusya’nin Kirim politikasi, Hindistandaki Islam hakimiyeti, Osmanli Imparatorlugunda ailenin yeri gibi uzayip giden bir liste icerisinde bilgi bombardimanina tutulma ihtiyaci hissi ortaya cikariyor. Bunlarin arasinda en carpici olanlardan bir tanesi de anlatirken kullandigi uslubun etkisine de siginarak ”Ooo ben daha neler biliyorum da size ancak bu kisitli zamanda cok az bir kuplesini anlatiyorum” duygusu yasatmasi. Butun bunlardan oturu Ilber Hoca’yi okumak az da olsa murekkep yalamis Turk insanlari icin cok zorlayici bir deneyim.

Wednesday, August 1, 2007

Bir makas sahibi oldum!



Ofis ortami ne garip insan en kucuk seylerden mutluluk duymasini biliyor. Bundan bir ay once, calistigim sirkette acik kirtasiye dolabi uygulamasi (bunu ingilizceden cevirdim biraz garip oldu farkindayim) basladi. Daha once sekreterlerin odalarinda bulunan ve dilenir gibi istenen ofis malzemeleri artik koridorda surekli acik bir dolabin icinde bulunuyor. Haftada bir de dolabin icindekile eksikler tamamlaniyor. Ben de bu furyadan istifade ederek kendime bir makasla seloteyp aldim. 3,5 seneden sonra makas sahibi oldum cok sevindim. Anlamli anlamsiz kagit kesip yapistirmaya basladim sevinc ifademi gostermek adina. Buna benzer bir duyguyu bundan yillar once bu firmadaki ilk gunlerimde bir tel zimba sahibi oldugumda yasamistim. Oysa bu cok basit ofis malzemelerini paraya kiyip almak lazim bu kadar lazimsa fakat insan ofis icin bir atac almayi bile dusunmuyor. Isim icin gerekli bana alsinlar versinler diye dusunuyor.

Monday, July 16, 2007

Sanzelize gibi!


Dun gece Bagdat Caddesinde dolasirken Fenerbahce'nin 100.yil kutlamalari serefine konmus isiklari da gorme firsatim oldu. Her ne kadar kendim Galatasaray takimina gonul vermis bir kisi olmama ragmen etkilenmemek olanaksizdi. Bu muazzam isik gosterisi yaklasik 500m'lik cadde boyunca suruyordu ve her 100m'de bir dev jeneratorler enerji veriyordu. Herhalde butun bunlari Fenerbahce taraftarlari bir sekilde karsiliyorlar zira boyle bir masrafin devlet veya belediye kesesinden yapildigini dusunmek zor. Iste caddenin bu halini herkes cep telefonlariyla olumsuzlestirme yarisina girismisti. Suruye ben de katildim ve bir iki fotograf cekme firsatim oldu. Yanimda gecen bir bayan, "aa ayni Sanzelize gibi" dedi. Artik katilip katilmamak tamamen kisisel tercih bana gore.


Son olarak dogru yazilisini da bilmiyorum degil hani :Champs Elysee

Bodrum'daydim




Evet! Sonunda ben de epeydir bekledigim Turkiye tatilimi yarilamis durumdayim. Turizmin ve ulkemizin incisi Bodrum'da yaklasik 5 gun gecirdikten sonra Istanbul'a geri dondum. Bodrum'da Hakan Otel (http://www.hakanotel.com/) isletmekte olan anne ve babami ziyaret ettim. Bol bol sohbet etme ve hasret giderme firsati bulduk.




Her zaman daha da betonlastigindan sikayet edilen Bodrum'a son bir kac senede 100.000 yeni konut eklendigini ogrendim. Boylece Bodrum git gide yaz kis yasanan bir sehir haline donusuyor. Ekteki resimler Bodrum kalesini ve Gumbet koyunu gosteriyor. Her nekadar bembeyaz evler butun tepeleri isgal etmis gibi gozukse de yine de dogal guzellik kendini alttan belli ediyor.


Thursday, July 12, 2007

Desifre olmayi dusunuyorum!

Evet desifre olmayi dusunuyorum ve detaylarini aciklayacagim, fakat bu yaziyi yazmadan ve aradan iki ay gectikten sonra bloguma yeni bir ekleme yapmadan once hesabima giris yapmam gerekti. Google hesabi ile buraya bile giris yapilabildigini 10 yazi sonra farkettikten sonra aklima Milliyet gazetesinin okuyucu yorumlarindan bir tanesi geldi. Kisaca ondan bahsedip ondan sonra nasil desifre olmayi planladigimi aciklayacagim. Bundan bir zaman once Google Youtube sitesini satin almis ve haber Milliyet Gazetesinde cikmisti, okuyucu yorumlarindan birisini unutamiyorum, aynen geciriyorum "vay be! Adamlarin almadigi bir bizim evdeki bilgisayar kaldi"

Bu gereksiz yan dusunceden sonra desifre olma planimdan bahsedeyim kisaca. Bugune kadar, yani blog yazmaya basladigim gunden bugune gelene kadar blog konusunda kimseye bir haber vermeme taraftariydim. Blog sayfalarina kendimle ilgili kisisel bilgileri, deneyimleri de kimligimi gizleyecek sekilde yazmayi dusunmuyordum ama etrafimdaki insanlara acik acik benim de blogum var deme ihtiyaci hissetmemistim. Nedense internet denizinde farkedilecegimi umut ediyorsum. Bu gerceklesmedi. Baslica sebeplerinin arasinda aslinda farkedilecek bir sey yazilmamis olmasi ve blogun sadece 9 yazidan ibaret olmasi gosterilebilir, fakat bu kucuk bir detay. Bugun ise bir milat, cunku bugunden sonra soranlara blogum oldugunu ve adresini soylemeye hazirim.

Tuesday, May 8, 2007

Gazeteciler

Son siyasi gelismeleri takip ettiginizi tahmin ediyorum. Olaylarin icerigi ve gelecegi konusunda cok fazla yorum yapmadan, gazetecilerin yetersizliginden bahsetmek istiyorum. Gercekten de gazetecilerimiz cok yetersiz. Bir siyasiyi, basin aciklamasi yapan ve sorulari yanitlamak isteyen bir kisi cok iyi yakaladiklari bir anda bile en vurucu soruyu soramiyorlar. Sacma sapan sorularla gecistiriyorlar. Her parti lideri icin benzer seyler olmasa kasitli olarak belli bir partiyi zorlamiyorlar diye dusunecegim ama acikcasi boyle demek imkansiz. Bunun bir sebebi, ya gazeteler cok toy ve/veya kapasitesiz muhabirleri basin aciklamalarini dinlemeye gonderiyorlar ya da gazeteciler bir daha basin toplantilarina cagrilmamak korkusuyla en sorulacak soruyu bile sormuyor en bariz pozisyonu gole ceviremiyorlar. Ekran basinda da bizlere yazik oluyor...

Sunday, May 6, 2007

Ikinci dunya savasini Ruslar kazandi.

Bugun ikinci dunya savasindan sonra gelen soguk savas donemini anlatan ilginc bir kitap okumaya basladim. Daha kitabi ilk sayfalarindan epey zamandir uzerinde dusundugum bir konuyu bloguma tasimaya karar verdim. Turkiye'de genellikle yaygin kani Ikinci dunya savasini Amerikalilarin kazandigi yonundedir. Ama bunun tam olarak dogru olmadigini bana Rus olan esim ve arkadaslari defalarca anlatmislardir. Aslinda Ikinci Dunya savasi ve cepheleri uzerinde biraz dusunen birisi bunun dogrulugunu gorecektir. Savasin en aci ve zor kismi dogu cephesinde ve ozellikle Rus topraklarinda gecmistir. Bati cephesi yani Amerikali ve Ingilizlerin bulundugu cephe nispeten daha kolay bir cephedir. Zaten okudugum kitap da bunu ispatlar dogrultuda iki rakam veriyor. Savas boyunca toplam sadece 300.000 Amerikan askeri hayatini kaybetmistir ote taraftan askeriyle, siviliyle toplam 27.000.000 Rus olmustur. Iste bu korkunc rakam bile bir cok seyleri anlatiyor.

Monday, April 30, 2007


Bugun hizli basladim; ikinci yazimi da yaziyorum. Ozellikle 14 gun aradan sonra guzel bir baslangic oldu. En basta tanimladigim disiplin kavramina uygun olarak gidiyorum demektir. Bir de bugun tatildeyim. Belcikalilar'in kopru yapmakta ustlerine yok. Bir resmi veya dini tatil Sali veya Persembe gunune denk geldi mi direk Pazartesi veya Cuma tatile donusuyor ve kopru olusturulmus oluyor. Ben de bu koprunun tadini cikariyorum. Turkiye'de yasarken ve ozellikle de 9 gunluk bayram tatillerinden once donmesi adetten olmus bir geyik vardi. Yok efendim biz Turkler cok tatil yapiyormusuz da bizim kadar resmi tatili olan bir memleket yokmus. Bu soylemin kulliyen yalan oldugunu nacizane bir senelik Almanya ve uc senenin biraz uzerindeki Belcika deneyimlerim sayesinde ogrenmis bulunuyorum. Malesef (ve belki de iyi olarak) biz tatil ve az calisma olayinda Avrupalilarin eline su dokemeyiz. Mesela Belcika'da haftalik calisma maksimum 37.5 saat. Fransa'da 35, Almanya'da 38 saat. (Turkiye'de 45 saat). Belcika'daki resmi ve dini tatiller de Turkiye'dekilerden fazla. Benim calistigim firma haftada 40 saat calistiriyor ve bunun icin bize fazladan 15 gunluk tatil veriyor. 15 is gunu. Zaten yasal zorunluluk olarak da 20 isgunu tatil var ve Turkiye'de oldugu gibi Cumartesiler is gununden sayilmiyor. Boylece toplam 35 is gunu tatil (toplam 7 hafta yapar) ve 10-11 isgunune denk gelen resmi tatillerle insan ne zaman calistigini unutur hale geliyor. 4-5 hafta araliksiz tatile cikan insanlar taniyorum.

Yani kisaca; dunyada en cok Turk'ler tatil yapiyor yalanlarina inanmayin!

Teknolojiden sikayetciyim.


Sene 2007 ve hatta Nisan ayini bile bitirmek uzereyiz ve ben teknolojiden cok siddetli bir bicimde sikayetciyim. Hayir oyle bazilarinin bekledigi gibi isinlanma teknolojisi bulunmadigi icin veya ucan arabalarin sehirlerin ayrilmaz parcasi halini almadiklaridan oturu hayal kirikligina ugramis falan da degiilim, benim beklentim cok daha basit; dis fircalamamak. Evet bu kadar basit.

Dunyada bilim adamlari onlarca sey buluyorlar. Hergun ayri bir derde derman oluyorlar, hatta bunlari birakip ne amaca hizmet edecegi bir turlu anlasilamayacak anketler yapmakla bile ugrasabilecek bilim adamlarimiz var ama dis fircalamama teknolojisini gelistirebilen bir bilim adamimiz yok.

Hayalimde soyle bir urun var, dislere senede bir veya iki kere dis macunu gibi bir kimyasal madde surulecek ve bu madde dis curumelerini engelleyip disleri asitlere karsi koruyacak. Boylece her gun 3X3 = 9 dakikamiz bize kalacak. Hala insanligin binlerce yil once kesfettigi sekilde dislerimizi fircalamaktan kurtulacagiz. Evet, farkindayim, dis hekimleri, dis macunu ve dis fircasi ureticileri bundan epey zarar gorecekler ve buyuk ilac lobileri bunun karsisinda olacak ama yine de insanliga yapilmis buyuk bir hizmet olacak bu. Tabii agiz kokusu ve agizdaki hos olmayan tadlarin giderilmesi icin yine macun veya gargara benzeri bir sey kullanmakta fayda var.

Monday, April 16, 2007

Kuresel isinma ve etkileri

Su siralarda en moda sey olan kuresel isinma hakkinda bir kac satir yazi yazmayi kendime bir borc bildim. Kuresel isinma son zamanlarda cok duydugumuz bir ifade. Ozellikle Avrupa'da oldukca iliman gecen kistan ve erken gelen yazdan sonra oldukca tarafta topladi. Insanlar surekli bos kaldiklarinda "ne olacak bu dunyanin hali?" sorusuna yanit arar oldular. Brukselde Subat ortasindan beri sicaklik ortalamalari 15-20 derece arasinda gidiyor. Ozellikle son bir haftadir oglenleri 30 derecenin altina pek inmedi.

Bu da dogal olarak acaba gelecekte bu ne gibi bir etki doguracak diye sorduruyor insana. Acaba insanlar artik Turkiye, Ispanya, Yunanistan gibi tatil ulkelerine gitmeyi birakip Belcika'ya mi gelecekler tatile? Acikcasi iki kis daha boyle gecer iki kere daha Nisan ayinda 30 derecelere ulasan sicakliklara sahit olursak bunun olma ihtimali artiyor. Zaten TIME dergisi son sayilarindan birisinde kuzey ulkelerinin 15-20 sene sonra cazip turizm merkezleri olacagindan bahsediyordu. Ozellikle Baltik ulkeleri cok favori olacakmis. Simdiden birikmis parasi olanlara tavsiye edilir.

Ben kendi payima neye inanacagimi sasirmis durumdayi. Bir tarafta kuresel isinmanin oldugunu ve bir an once onlem alinmasi gerektigini soyleyenler, obur tarafta kuresel isinma yoktur, varsa bile insan etkisi sinirlidir diyenler, baska bir kosede ise kuresel isinma varsa bile bu soruna 50 sene sonra care aramak daha dogru olacak diyenler, en son kosede kuresel isinma yoktur kuresel soguma vardir diyenler. Nisan 16'da, 30 derece sicakliktaki bir Bruksel aksaminda bunlari yazarken kuresel isinmanin olmadigina inanmak cok zor. Ankara'da kar, Valencia ve Barcelona'da ise sakir sakir yagmur yagarken dunyanin civisi cikti diye dusunuyorum yavas yavas.

Thursday, April 12, 2007

Italyan gorunumlu Turk lahmacuncusu

Bugun yaklasik iki hafta once Bruksel'de gordugum bir Italyan restoranindan bahsetmek istiyorum. Kapisindan girdiginiz andan itibaren salas bir Napoli pizzacisi havasinda. Tas firinin arkasinda beyaz onluguyle ve dudaginin altinda bir tutam sakaliyla, tam Italyan pizzacisi gorunumlu bir kisi. Garsonlarda sanki Messina veya Palermo'dan kopmus gelmis. Tamam mudurumu tam Italyan restoranina getirdim diye dusunulur. Amerika'li mudure uzun uzun Italya bilgisi hakkinda gosteri yapilir. Hatta Roma'da bunun gibi soyle yerler var boyle yerler var denir. Garson gelir siparisler Fransizca olarak verilir. Yemegin ortasinda tam bu pizza Napoli usulu mu Roma usulu mu tartismasi yaparken adamlarin kendi aralarinda konusmalarina dikkat edilir ve gorulur ki adamlar oz be oz Turk. Kimbilir belki de bu salas pizzaci daha once lahmacun salonuydu ama pek is yapmadi ve Italyan pizzacisina donduruldu. Garson tekrar masaya geldiginde Turkce sorulur "Kardes sen Italya'nin neresindensin? Biz de seni Italyan zannetmistik diye". Karsiliklik gulusulur. Adamlar, sagolsunlar, bize indirim yaparlar ve mekandan ayrilir. Mudure de "bu sefer gercekten seni Turk'lerle alakasi olmayan bir yere goturmeye niyet etmistim ama kismet degilmis..." denir.

Wednesday, April 11, 2007

Kultur farki


Uc senedir Belcika'da yasiyorum. Bugun iki ulke yada iki ulke insani arasindaki farka isaret eden kucuk bir ornek yazmak istiyorum. 5,5 ay once baba oldum. Esim calistigi icin cocugu krese vermeyi dusunduk. Belcika'lilar beni daha onceden Belcika'da kreslere cok talep oldugu icin yer bulmanin zor oldugu konusunda uyarmisti. Bu sebeple aramalara basladik ve esimin hamileliginin 6. ayinda cocugu bir krese yazdirmayi basardik. Iste bu da adresi :http://www.boumbadaboum.be/nursery/index.htm. Fakat soyle bir sorun vardi; gec kalmistik. Kreste sadece haftada 4 gunluk yer kalmisti ve biz de mecburen cocugu bu sekilde kayit yaptirabildik. Ustelik biz Belcika'lilarin buyuk cogunlugu gibi cocugu 3 aylikken degil 10 aylikken krese vermeyi dusunuyoruz. Buna ragmen gec kaldik. Su anda Eylul 2007 icin sira bekliyoruz, belki bir yer acilir da cocugumuzu haftada 5 gunluk verebiliriz diye.

Isin ilginc yani ise bu hikayeyi anlattigim Turk'ler "aa cocugu, esin 6 aylik hamileyken mi krese yazdirdiniz ne kadar da erken" diye tepki verirken, Belcika'lilar ise "aa neden cocugu bu kadar gec krese yazdirdiniz" diye tepki verdiler. Kultur farkina guzel bir ornek oldu bu da.

Monday, April 9, 2007

Yazi

Bugun yazmamin bir sebebi var yazma hevesi. Yazi ilk ortaya ciktigindan beri, binlerce yil once yaziyi bulan ilk insan magarasinda duvara ilk harfi kazidigindan beri insanlar yaziyi kalici olmak icin kullaniyorlar. Herkes bir tasa sekil verip onu bir Apollon heykeli yapamiyor, ya da notalarla oynayip bir 9. senfoni besteleyemiyor ama herkes bir iki kelimeyi yan yana getirip yazabiliyor. Bu yazinin iyi veya kotu olmasi anlamina gelmiyor ama yazi yazmanin ne kadar basit oldugunu ortaya cikariyor. Bir kalem biraz kagit (bugunlerde bir bilgisayar da yeterli)ve iste basliyorsunuz yazi denen maceraya, bir kac kelimeyle dunyanin obur ucunda yasayan ve hayatini kasapli yaparak kazanan bir adamin maceralarini anlatir halde buluyorsunuz kendinizi. Iste yazmak bu kadar kolay. Herkes bir sanat eseri olusturamiyor belki ama herkes yazabiliyor.

Insani kalici olma cabasi yaziyla iyice kendini belli ediyor. Bakalim benim kalici olma cabam ne gibi bir sekil alacak. (Henuz) Okuyucusu olmayan ama geleceginden umutlu olmak istedigim bir blogum var. Kendi disiplin anlayisima gore yazacagim. Tabi bu cok goreceli bir kavram. Benim disiplin anlayisim genellikle hizli baslamak, gittikce yavaslatmak bir sure sonra tekrar hatirlayip en bastaki kadar hizli olmasa da tekrar hizli bir doneme girmek daha kisa bir surede daha uzun surecek bir ara vermek daha az bir hevesle geri donmek seklinde. Bu yazi yazma isinin de cok benzer sekilde geliseceginden eminim.

Kimbilir gorecegiz...

Sunday, April 8, 2007

Jeremy Clarkson Turk olsaydi...

Jeremy Clarkson...





Bugunku yazimda, hayali bir konuya deginecegim. Eger Jeremy Clarkson Turk olsaydi ne olurdu. Oncelikle bu yaziyi okuyanlarin arasinda Jerem Clarkson'u tanimayanlar olabilir. Bu gayet dogal. Benim kendisiyle tanismam BBC televizyonunda yayinlanan Top Gear isimli program sayesinde oldu. Buradaki siradisi yorumlari ve ilginc analizleri sonucunda kendisinin hayranlari arasina katildim. Ingiltere'de bulundugum sirada, yazdigi kose yazilarindan derlenmis kitaplarindan aldim ve sadece otomobiller degil, diger bir cok konu hakkinda da sivri fikirlere sahip birisi oldugunu gordum. Daha detayli bilgi icin Google'da Jeremy Clarkson diye araninca yuzlerce sayfanin cikacagindan eminim.

Benim bugun kendisinden bahsetmek istememin sebebi Born to be riled (Gicik edilmek icin dogmus) isimli kitabinin baslarinda gecen bir makalesi. Oncelikle gerekli gordugum yerleri kisa kisa tercume edecegim. Tercuman olmadigim ve cok umursamadigim icin kelimesi kelimesine bir tercume olmayacak. Sadece ana fikrini versin istiyorum. Kitabin Turkce baskisi var mi bilmiyorum ama en azindan Ingilizcesini siddetle tavsiye ediyorum.


"Bir otomobil gazetecisi olarak hayatinizin cogunu egzotik yerlerde yeni arac lansmanlari sirasinda, arac ureticilerinin sundugu leziz yemeklerle midenizi doldurarak gecirirsiniz. Daha sonra halkla iliskiler yoneticisinin isteklerine uygun olacak sekilde o aracin ne kadar harika olduguyla ilgili bir yazi yazmaya girisirsiniz. Aslina bu yeni xyz modeli araci begenmemissinizdir ama kime ne, bu araci ovun ve bir sonraki urun lansmanina davet edilmeyi garantileyin. Peki bu yazilari okuyup inanip bu araci alacak zavallilara ne olacak? Ne farkeder ki onlarla asla bir yerde karsilasmayacaksiniz cunku bu sirada siz Afrika'da zxy modeli bir aracin tanitim toplantisinda olacaksiniz.

Boyle yasiyordum ve gercekten muthisti. Fakat malesef Top Gear programini sunmaya baslayinca hayatim da degisti. Cunku birdenbire bu insanlar benzin istasyonunda, restoranda, sokakta karsima cikmaya basladilar. Ben tavsiye ettigim icin araba almislardi ama hic memnun degillerdi cunku araba surekli ariza yapiyordu.... Bu sayede gazeteciligin bir sirrini ogrendim, kafanizdan gectigi gibi icinizden geldigi gibi yazacaksiniz... biliyorum bazi firmalarin kabusu oldum, mesela artik hic Toyota surmeme izin verilmiyor veya sayisiz olum tehditi aliyorum... fakat sunu biliyorum bu sayfalara yazdigim her satir bana ait, benim dusuncelerim. Bir araba odunc aldim biraz surdum ve hissettiklerimi yazdim. Halka iliskiler sosuna bulanmadan, sadece gercek dusuncelerim..."


Norfolk(Ingilterenin dogusunda bulunan bir eyalet) hakkinda yazdiklari:





"20. yy henuz Norfolk'a ulasmamis. Bu sasirtici degil cunku Norfolk'a gitmenin hic bir yolu yok. Londra'dan ciktiktan sonra Hornsey ve Tottenham gibi sehirleri gectikten sonra ancak M11 otoyoluna ulasabiliyorsunuz. Bu otoyol dogru yonde gidiyor fakat daha sonra akilci bir sekilde Cambridge sehrine dogru donuyor, bundan sonra yola devam etmek icin Camel Trophy'de kullanilan araclardan birine ihtiyaciniz var...

Ben aracimla giderken insanlarin "aa bak bir Cosworth" demesine alisigim ama Norfolk da "aa bak bir araba" diyorlar. Baska bolgelerde insanlar arabamin ne kadar hizli gittigini ogrenmek istiyorlar ama Norfolk'da saban performansi hakkinda bilgi istiyorlar..."

"Bir dahaki sefere bir arkadasim Norfolk'da evlenecegini soylerse ona telgraf gonderecegim ama bu asla oraya ulasmayacak cunku daha telefondan haberleri yok ya da kagittan ya da murekkepten..."

simdi bir an icin bu acimasiz satirlarin Turkiye'deki ulusal bir gazetedeki koselerden birinde herhangi bir yerlesim birimi icin yazildigini ve sonuclarini tahmin etmeye calisin. Malesef boyle bir sey mumkun degil. Cunku elestriye acik bir toplum degiliz. Bundan daha hafif cumleleri bile kaldiracak hic bir yerlesim birimi yok Turkiye'de ve iste belki de bu yuzden biz de henuz bir Jeremy Clarkson yok ve butun kose yazarlari, gazeteciler davet edildikleri etkinliklerin sponsorlarini oven yazilar yazarak hayatlarini kazanmaya ve insanlari kandirmaya devam ediyorlar.

Gorusmek uzere...

Saturday, April 7, 2007

Okkali Kahve Merhaba

Merhaba,
Sonunda blog sahibi kimseler kervanina ben de katildim. Biraz cevre baskisi, biraz ozenti, biraz da bakalim bu blog isi nerelere gidecek gibi dusuncelerle bu ise kalkistim. Baslangicta farkedilecegime dair umudum oldugu icin bir sure kimseye blog sahibi bir insan oldugumdan bahsetmeyecegim. Bakalim ne zaman bulunup ne zaman kesfedilecegim.

Yazar olmak gercekten zor bir is. Cok yakindan biliyorum bunu cunku annem de bir yazar. Bazen bir sayfayi yazmak icin gunler haftalar gecirmesi gerekiyor bazen de kendisini yazinin buyusune oyle bir kaptiriyor ki gunlerce hic durmadan yazabiliyor. Sanki bir trans veya hipnoz ani gibi.

Bu blog digerlerinden farkli ne getirecek diye dusundum bir sure yazmadan once. Bu blog digerlerinden farkli bir sey getirmeyecek sonucuna vardim. Digerleri gibi bir blog olacak. Ben ne yaparsam dusunursem icinden bir kac satir damitip buraya yazacagim. Basta da soyledigim gibi, bakalim nereye gidecek.

Gorusmek uzere.