Monday, December 8, 2008

Neden?

TV izliyorum. Programin adi galiba Genc Bakis. Abbas Guclu'nun universitelerde yaptigi programlardan bir bolum. Konuk Mehmet Ali Birand'la beraber sahnede oturuyorlar. Ogrenciler karsilarinda surekli soru soruyor. M.Ali Birand yanitlamaya calisiyor. Iclerinde her turlu ogrenci var. Uzun sacli, kupeli, sivilceli, utangac, hevesli, turbanli, sakalli vs. Ortak noktalari genc olmak, enerjik olmak. Fikirleri var ve onlara yurekten inaniyorlar. Izlerken ister istemez kendimi goruyorum o siralarda otururken. Yirmi yasindayken hayatta herseyi anladigimi cozdugumu dusundugum zamanlarim geliyor aklima. Kendimi o ogrencilerden birisi gibi hissediyorum once. Sonra goruntuye degil sese odaklaniyorum. Ne konusuyorlar ne anlatiyorlar, ne dusunuyorlar anlamaya calisiyorum. Bu yaslardaki insanlarla yani bir nesil sonrasiyla (aslinda belki de ara nesil demeliyim, cunku herhalde benim cocugum bir nesil sonrasi ama bu gencler de benim yasitim degil ve arada epey fark var gibi geliyor), pek aramda bag olmadigini dusunmeye basliyorum. Heyecanli ve titreyen bir sesle konusuyor bir tanesi cok fazla dusunceye ve bilgiye dayanmayan sloganvari seyler soyluyorlar. "AB bizi istemiyor", "Amerika'nin AB'nin mandasi olduk onlarin sozleriyle hareket ediyoruz", "ABD baskani Turkiye'ye geldiginde icisleri bakani elini sIkmak istemisti ama korumlar bakanin elini aramadan izin vermemislerdi" gibi seyler soyluyorlar arka arkaya. Her slogandan sonra salon alkis sesleriyle yikiliyor. Programda en ic ferahlatan sey ise M.Ali Birand. Hic bir soruya kizmiyor sinirlenmiyor, sakin sakin anlatiyor. Bazen sanki sasirmis gibi oluyor ama sabrini kaybetmiyor. Cocuklara sagduyunun sesi oluyor, takdirimi kazaniyor.

Fakat daha sonra beni bu yaziyi yazmaya iten dusunce kafamda belirmeye basliyor. Aslinda bu cocuklar bir yere kadar hakli. Sadece bizim basin yayin organlarini takip ederek dunya gorusu olusturmaya calisan insanlarin ulasacagi dogal noktaya ulasmis durumdalar. Baska bir halde olmalari aslinda sasirtici olmali. Beni en sasirtan M.Ali Birand'in da topluma yon veren haber merkezlerinin birinin basinda olmasina ragmen dusuncelerindeki rasyonalite. Iste bu yuzden sormak isterim kendisine neden Sn. Birand? Neden siz bu kadar donanimliyken, neden sizinle calisan insanlar bu kadar kapasiteliyken insanlari garip yerlere yonlendiren haberler yapiliyor. Mesela uluslararasi iliskiler sanki mahalle maciymis havasinda anlatiliyor. Bu dusuncelerden ve ilerleyen saatten uykum geliyor. Yatmaya gidiyorum.

Wednesday, November 5, 2008

Change. Yes we can!


Gunun modasi oldugu icin Barack Obama’nin secilmesi konusunda bir kac soz edip konuyu yine guzel vatanimiza baglamak istedim birdenbire.

Bu sabah ilk is televizyonu actigimda aklimda tek bir dusunce vardi acaba ABD baskanlik secimlerini kim kazandi. Neyseki televizyon beni cok ugrastirmadi, ilk onume gelen kanalda ekranin altinda buyuk puntolarla “Secimi Obama kazandi” yaziyordu. (neyseki Sabah gazetesinin tercih ettigi gibi ‘sandiktan Barack cikti’ yazmiyordu yoksa butun gun o soktan kendime gelemezdim). Daha sonra ABD sokaklarini gostermeye basladi kanal, insanlar Washington DC’deki Beyaz Saray’in onune gitmisler ve sanki ABD 2010 dunya kupasi elemelerini gecmis gibi seviniyorlar, bayrak aciyorlardi. Hatta spiker belki George Bush da sevinenlerin sesini duyuyordur diye inceden dokunduruyordu. Neyse, hayirlisi olsun Allah Barack’i sahibine bagislasin diye dusunup konuyu orda kapatacaktim fakat ofise geldim, interneti actim Facebook’ta neler oluyor diye baktigimda bir de ne goreyim. Butun es dost (ozellikle Amerika’da yasayanlar agirlikli olmak uzere), Obama secildi Amerika cok guzel bir yer oldu, cok mutluyum, superim falan gibi seyler yazmislar. Bunlarin icinde en carpici olanlar Japonya’da yasayan bir Turk arkadasin ordaki Amerikalilari Obama’ya oy vermeleri icin aktif olarak iknaya ugrastigini gormem ve ABD’den Turkiye’ye donus yapmis bir arkadasin ordakilere hitaben simdi Amerika gercekten yasanacak bir yer oldu demesiydi benim icin. Acikcasi ben kendi adima ne hissedecegimi bilmiyorum Barack Obama hakkinda. Kendisinden olumlu bir elektrik aliyorum, sozleri genel olarak kabul edilebilir tarzda. Hatta kendisinden ogrendigim guzel bir sozu gittigim mulakatlarda da kullandim ve cok basarili oldum ama genelde Obama “beyaz adam” olmamasi disinda cok taninmayan birisi. En iyi bildigim ozelligi herkesle onkosulsuz olarak konusacagini soylemesi (herhalde Bushtan ve McCain’den en buyuk farki buydu). Yani Kuzey Kore ve Iran’a onceden sart kosmadan masaya oturup konusmayi dusunuyor. Ayrica Ermeni soykirimini taniyacak, Kibris’i cozemek icin Turkiye’ye baski yapacak vs. Bunlari zamanla gorecegiz. Hayalim Turkiye’de de ayaklari yere basan ve on kosulsuz olarak herkesle herseyi konusabilecegini soyleyebilecek politikacilarin secilebilecegi gunlerin uzak olmadigini dusunmek.
Ek bilgi: Yes, we can! slogani Ispanyolcadan devsirmeymis. Detayli bilgi burda:en.wikipedia.org/wiki/Sí_se_puede

Friday, September 5, 2008

Yangin Sondurucu


Bugun bir yangin sondurucu satin aldim. Boyle soyleyince kulaga cok normal birseymis gibi gelebilir ama sabah evden cikarken ve hatta markete girene kadar yangin sondurucu almak gibi bir fikrim hic yoktu. Raflarin arasinda gundelik alisverisimi yaparken birden gordum. Fiyati gayet uygundu (29 EURO), markasi bildik bir markaydi (SICLI) ve kaliteli bir seye benziyordu. Turkiye'de bir keresinde arac muayene istasyonundaki denetimden gecebilmek icin hemen istasyonun kapisinda aldigim yangin sondurucuye benzemiyordu. O yangin sondurucuyu muayeneden sonra meraktan denemistim ve pudrali bir deodoran kadar etkili olacagini dehsetle gormustum. Umarim ona guvenerek yangin sondurmeyi uman kimse yoktur.

Neyse konudan sapmayalim. 29 Euro vermeyip yangin sondurucu almamayi bir sekilde kabullenemedim ve aldim. Soyle dusundum; eger ben bu yangin sondurucuyu almaz da eve gidersem onumuzdeki en kisa zamanda mutlaka ihtiyac duyarim ve cimrilik yaptigima degmez ama eger alirsam kullanma suresi bitene kadar hic ihtiyacim olmaz. Bildiginiz gibi yangin sonduruculerde bir raf omru oluyor. Neyse ki aldigim modelin raf omru 2014'e kadarmis, herhalde benim Belcika'daki kalisim boyunca dayanir. Bu yeni aldigim oyuncagi eve getirdim, karton kutusunu acmaya baslarken bir anda bambaska bir detayin farkina vardim. Normalde insan yeni bir sey aldiginda eve gelince acip kullanmaya heves eder. Oysa bir yangin sondurucu de durum tamamen farkli. Kutusundan cikmis, yepyeni parlayan bu aleti evin ulasilabilir bir kosesine koyduktan sonra, bir daha hic ihtiyac olmayacagini umut ediyor insan. O yeni alinan seyi kullanma durtusu ise bir sure tatmin edilmemis kaliyor. Sonucta bir cesit sigorta yangin sondurucu. Umarim hic ihtiyacim olmaz ama aldigim icin pisman degilim.

Sunday, August 10, 2008

Olimpiyat'a selam olsun ve bir ani

Peki olimpiyat oyunlari Cuma gunu seyretme firsati bulamadigimi ama muhtesem oldugunu tahmin ettigim bir acilis toreniyle basladi. Bu acilis torenlerinin her birisinde ev sahibi ulke daha oncekileri golgede birakacak bir acilis toreni yapmak icin her turlu imkani seferber ediyor ve sonucta basariyor ve ortaya insanlarin gunlerce konusacagi goruntuler cikiyor.

Benim bu seneki olimpiyat oyunlarinin su ana kadar disinda kalmamin sadece ozel sebepleri var yoksa aslinda olimpiyat dallarinin cogunu cok severek takip eder, hemen hicbirisini kacirmaz, kacirdiklariminda ozetlerini seyrederim demek istiyorum ama malesef bunlari diyemiyorum. Gozlemledigim kadariyla cok istisnai kisiler disinda bizler kuresel bir dalga halinde insalari saran bu olimpiyat coskusunun biraz disinda kaliyoruz. Evet bazi spor dallarinda (halter ve gures) cok iddialiyiz ve nerdeyse her zaman cokca madalya kazaniyoruz, hatta bir cok dalda dunya rekorlari da turk haltercilerinin elinde. Bu satirlar yazilirken ilk gumus madalyamizi bayanlar halter dalinda almistik bile. Fakat benim soylemek istedigim bir iki belli basli spor dalinin disinda bu buyuk spor organizasyonuna ilgi gostermememiz. Zaten Istanbul'un defalarca aday olmasina ragmen hicbir zaman olimpiyatlara ev sahibi sehir sifatini kazanamamasina sebep olarak da bizim toplum olarak spora karsi bu ilgisizligimiz gosteriliyor ve olimpiyat komitesinin tarihte hic ornegi gorulmedigi sekilde olimpiyata ev sahibi ulkeden ilgi gosterilmemesi ve salonlari, stadyumlarin bos kalmasi olasiligindan sozediliyor.

Fevri tepki verip aslinda Turk insaninin bisiklet, yelken, triatlon, jimnastik gibi spor dallarina ne kadar da ilgili oldugu, salonlarin dolup tastigi konusunda beni ikna etmeye hazir bir cok kisi olduguna eminim fakat durumun gercekte boyle olmadigini biliyorum.

Belcika'li is arkadaslarim bana Turkiye'de bisiklet sporu (izleme) yaygin mi diye sormuslardi. Ben de hayir biz de Tour de Paris (bisiklet turlarinin en buyugu) Istanbul'dan gececekmis deseler nerdeyse kimse kafasini cevirip bakmaz demekten cekindigim icin kendisine saygisi olan hic bir Turk erkegi o bisikletcilerin giydigi taytlari giymez o yuzden de bizde bisiklet sporu gelismedi gibisinden isi espriye vurmaya calistim.

Bugunlerde bu olimpiyatlar katilan ekibin tarihteki en kalabalik Turk olimpiyat ekibi oldugu konusuluyor. Bu sevindirici, zira sporcular basarilar sagladikca ve rekabet icine girdikce, toplum olarak da bizler diger spor dallarina daha fazla ilgi gosterecegiz diye dusunuyorum.

Son olarak soz verdigim gibi bir aniyla bitiriyorum. Cocukken izledigimiz bir olimpiyatlar sirasinda GrekoRomen ve serbest gures seklinde iki cesit guresin olmasina bir anlam verememis ve "cok bilen" bir abiye sormustuk. Kendisi de cevap olarak eskinde Greko Romen diye bir gures olmadigini, Turkler serbest kulvarda butun madalyalari aldikca yabancilarin (yani herhalde butun dunyada gures federasyonu bulunan ulkelerin) agrina gitmis ve Turk yigitlerini bezdirecek kurallarla bezeli bir dal icat etmisler ve boylece sereflerini kurtarmislar. Iste boylece GrekoRomen guresini kaynagini da ogrendik.

Ne zaman ki cevaplari bu gibi hamasi hikayelerde degil de neden GrekoRomen'de daha basarisiz oldugumuzda ararsak ve cozum uretmeye gidersek hersey cok daha iyiye gidecek bence.

Saturday, April 5, 2008

Fine. Thanks for asking!

Ingilizce ogrenmeye basladigim ilk zamanlarda surekli kafami kurcalayan ama daha sonra uzerinde cok fazla dusunmedigim bir olay vardi. Klasik konusmalarda insanlar birbirlerine "How are you?" diye sorduklarinda cevaplar bazen "fine, thanks for asking" diye geliyordu. Acaba neden birisi nasil oldugunu soruyor diye tesekkur ediyordu Ingilizce kitabinda bana lisan ogretmeye calisan karikatur adamlar?

Aradan yillar gecti buyudum adam oldum, yurtdisina tasindim. Is icabi Ingilizce konusulan ortamlarda yillar yillari kovaladi. Bu diyarlarda sunu gordum ki; kimse kimseye (bir sekilde mecbur kalmadikca), how are you diye bile sormuyor. Kibarliktan veya ayni isyerinde calismanin getirdigi zorunluluktan sorulan how are you lari bunlara dahil etmiyorum zaten oyle gelen how are you lara insan basitce fine and you diyor. Benim eksikligini hissettigim, gercekten durumumu merak ederek, benimle ilgilendigini hissettigim how are you ya hic rastlamadigimi bu aksam farkettim. Cuma gunu hasta oldugumu bilen bir is arkadasim, bugun cep telefonundan mesaj gondererek nasil oldugumu sordu. Cok garip bir duyguydu bu buralarda yasamaya alisik olmadigim. Evet hemen "fine" diye cevap verdim ve cok fazla hissederek ve icimden gelerek devam ettim mesaja; "thanks for asking!"

Pozitif bati toplumunda bir baska ozelligi de sebep-sonuc iliskisinin herseyin onunde olmasi belki de. Galiba eksi sozlukte okudugum yazilardan birisiydi. Dogulu bir dilenci gordugu zaman "vah vah yazik, kader kurbani diyerek, ya bir kac kurus para verir veya bir hayir duasi eder", batili is "demekki bu adam calismamis, tembellik etmis boyle bir hayat tarzini tercih etmis"gibi bir dusunceye girebilir para verebilir veya vermeyebilir yaziyordu. Calisma arkadaslarimizdan bir kiz, bilgisayar hatasi sebebiyle, saatlerce uzerinde calistigi bir raporu kaybetmisti, epey morali bozuktu. Bu yuzden ben de kendisinden ogrenebilecegim bilgileri bilen baska bir kisiyi aradim. Bu adam bana "neden bunlari bana soruyorsun ben (kiza) anlatmistim"dedi. Bunun uzerine ben kendisine kizin moralinin biraz bozuk oldugunu raporu kaydetmedigi icin (save etmek) konusmak icin cok iyi bir durumda olmadigini anlattim. Aldigim cevap cok netti "bilgisayarla calisan herkesin bilmesi gereken birsey dosyalarin 10-15 dakikada bir hafizaya kaydedilmesidir, eger bunu yapmadiysa tek kizmasi gereken kendisi". O ana kadar "yazik olmus kiza vah vah" diye dusunen benim tam aksi bir dusunce tarziydi bu.

Monday, March 17, 2008

Ham petrol uretim zirvesi ya da "peak oil"


Size tanitmak istedigim websitesi "Sayin okuyucu, bildigimiz anlamda medeniyetin sonu geliyor. Bu ucuk veya dini bir kiyamet gunu senaryosu degil. Aksine dunyanin en saygin jeoloji uzmanlarinin, fizikcilerinin, bankacilarinin ve yatirimcilarinin jeolojistlerin, fizikcilerinin uzerinde hemfikir olduklari bir kavram” diye basliyor.

Evet bu websitesi http://www.lifeaftertheoilcrash.net/ adresinde. Ingilizce bilenlere ve bu konu uzerinde dusunmeyi seven kimselere siddetle tavsiye ederim. Site iki cok uzun sayfadan olusuyor, site bahsedilen hemen hemen her kavram baska sitelerde, gazete makalelerinde cikan yazilarla kanitlanmis, ozellikle zamaniniz oldugunda okumanizi tavsiye ederim.

Peak oil yani ham petrol uretim zirvesi cok bilinen bir kavram. Teorik olarak bir gun petrol uretiminin tavan yapacagini ve ondan sonra petrol tukenene kadar uretimin azalacagini ve fiyatlarin hizla artacagini soyluyor. Bu sitenin disinda baska yerlerde de uzun uzun tartisilan bir mevzu. Bir cok kaynaga gore peak oil 2005-2006 yillari arasinda yasandi. Bir cok ulke elindeki petrol rezervlerini abartarak soyluyor ve bu sebepten uretimin tekrar artmasi da pek mumkun gozukmuyor. Bununla ilgili bir de grafik ekliyorum.

Insanin aklina cozum olarak ilk anda petrolun yerine gecebilecek alternatifler geliyor ve sitede bunlarin her birisi icin bir bolum ayirmis ve nasil yeterli zaman icerisinde petrolun yerini alamayacagi ve insanligin nasil bir zorluktan gececegini anlatiyor. Okumaya ve uzerinde dusunmeye deger. Malesef cozum onerisi olarak da fazla birsey yok, sadece kendinizi hayatta kalmak icin hazirlayabilirsiniz gibi bir onerisi var. Bir kiyamet senaryosu oldugu hic suphesiz ama ben bu siteyi kesfettikten sonra bir kac gun etkisinden kurtulamadim. Cevremde bir kac kisiye daha bahsetme ihtiyaci duydum. Soylediklerimin yarisi hic onemli degilmis gibi tepki verdi, diger yarisi ise cok ilgilendi. Bunun sonucu olarak ben de buraya yazmaya karar verdim. Umarim sizi de uzerinde dusundurmeyi basarir.

Friday, March 14, 2008

Federaller mi yoksa karakoldakiler mi hakli?

Amerikan polisiye filmlerinin vazgecilmez klasiklerinden birisidir federallerler karakoldekilerin cekismeleri. Eger filmin kahramani federal bir ajansa o zaman karakol polisleri bir seyi beceremeyen, suclulari ellerinden kaciran kisacasi bir cuval inciri berbat eden beceriksiz adamlardir. Yok eger filmin kahramani ”serseri” tarzli bir karakol polisiyse o zaman tablo tamamen degisiktir. Karakol polisi kahramanca, cogu zaman polis organizsyonunun koydugu kurallara ve proseslere uymadan sucla savasan, yeri geldiginde sucluyu doven ama sonuca ulasan super otesi insanlarken, federal ajanlar olaylara ve kisilere yukaridan bakan, gercekle alakasi olmayan, takim elbiseli zuppelerdir. Karakolun (genellikle) yuzbasi rutbeli amiri ise federallerle lokal polislerin arasini bulan isleri yoluna koymaya calisan tatli sert bir adamdir.

Bu genel ozet polisiye filmlerinin guzel bir tablosunu ortaya koyuyor bence ama daha genel ve hatta bir cogumuzun hayatinda karsisina cikan bir soruyu yanitsiz birakmaya devam ediyor. Gercekten de prosedurlere uymadan sadece isi yapmak icin pragmatik davranip bazen kabul edilen davranislarin disina cikarak da olsa sonuca ulasmak mi daha uygun duser yoksa bazen yapilacak isi bile aksatacak derecede prosedurlere uyarak adeta prosedurun esiri olacak sekilde bazi davranislarda bulunmak mi. Iste bence federaller mi hakli yoksa karakoldakiler mi derken cevap verilmesi gereken sorunlardan birisi bu. Her ne kadar bizim toplumumuzda kurallarin ve prosedurlerin bu kadar bagimlisi olmak cok da hos karsilanan birsey olmasa da, uzun vadede ve olaylarin cogu ele alindiginda bir prosedure ve yontem sahibi olmak her zaman tercih edilmeli diye dusunuyorum. Burda prosedur derken tanimi biraz genis tutmakta ve kamu sektorunde, ozel is yerlerinde, okullarda, politikada ve hatta ordudaki prosedurleri de ele almakta fayda var. Evet bazen prosedurler gercekten amacini asip yapilmasi gereken isin bile onune gecebiliyor. Prosedurun veya izlenecek yontemin hantallasmasinin onune gecilerek cozulebilecek bir problem bence. Yani olaylarin genel gidisine gore daha hizli tepki vererek, cozum uretebilecek prosedur, hantal ama delik tesik bir prosedurden cok daha faydali bana gore. Iste sanki bati ve Amerikan toplumunun uzerinde durdugu temellerden bir tanesi de bu bakis acisi denilebilir. Son olarak bunu soylerken sadece batinin prosedurlere olan bagliligina isaret etmek istedigimi yoksa olaylara aninda tepki vererek kendini yenileyen bir prosedur kurabildikleri konusunda bir yorumda bulunmadigimi belirtmek isterim.