Saturday, November 20, 2010

Cafe au lait


Bundan yillar once olan bir olayi anlatmak istiyorum. O zamanlar Bruksel'de yasiyordum. Pazar gunleri istasyonun oldugu yerde pazar kurulurdur. Meyve sebze alisverisini ordan yapmaya calisirdim. Hem fiyatlar uygundu, hem de ortam bana bagrisan pazarcilarla, karmasasiyla Turkiye'yi hatirlatir biraz sila hasreti gidermeme yardimci olurdu. Acikcasi Turkiye'de kurulan pazarlardan tek buyuk farki vardi. Butun pazarcilar saat 14:00 oldu mu bulunduklari yeri tamamiyla temizlemis ve bulduklari sekilde terketmis durumda olurdu. Cunku bu saatten sonra elinde fotograf makinasiyla polisler kurallara uymamis olan ve yerleri kirli birakmis pazarcilarin resimlerini cekmeye baslardi.

Iste bu pazarin hemen yaninda Fas'lilarin islettigi cafeler bulunurdu. Her zaman orda oturan insanlarin sakinligine ve ictiklerine ozenmeme ragmen bir turlu zaman bulup oturamazdim. Birgun bir sekilde isler yolunda gitti ve pazar alisverisini tamamladiktan sonra ben de cafenin disarda bulunan sandalyelerinden birine yerlestim. Amacim herkesin ictigi ve giptayla baktigim cam bardak icinde gozuken kahvelerden bir tane icmekti. Goruntu itibariyla bana Yunanistandaki frappe kulturunu de animsatiyordu. Neyse garson geldi, hevesle "un cafe s'il vous plait" dedim. Heyecanla beklemeye basladim. Aradan 10 dakika kadar gectikten sonra garson onume herhangi bir Belcika cafesinde icilebilecek kadar siradan ve bir o kadar da kotu bir filtre kahveyi porselen fincanda koydu. Tamamen yikilmistim. Ne umdum ne buldum diyerek kotu kahveyi ictim ve eve yollandim. Aradan epey zaman gecti, bir turlu bu travmayi atlatip tekrar o cafelerde oturup frappe benzer kahveyi icemedim. Ara sira oturup "nane cayi" iciyordum ama cesaret edip bu adamlar ne iciyor diye soramiyordum. Sonra bir vesileyle adinin "cafe du lait - sutlu kahve" oldugunu ogrendigim kahveden de siparis verdim ama acikcasi gelene kadar icimi bir korku kapladi ya adam yine normal kahve ve yaninda sut getirirse diye. Neyse bekledigim gibi olmadi ve istedigim sey bu sefer geldi ve severek ictim. Yolu herhangi bir Arap kahvesine dusen olur da ne soyleyecegini bilemeyen olursa benim tavsiyem cafe du lait veya the du mint.

Monday, November 15, 2010

Catalca heryerdeymis.







Kurban Bayrami tatilini gecirmek icin Rusya'nin Ekaterinburg sehrindeyim. Esimin dogdugu ve ailesinin hala yasamakta oldugu sehir oldugu icin buraya ara sira yolum dusuyor. Rusya'nin surekli ileriye dogru gelismesine cok iyi tanik olma imkani da veriyor bu bana.
Bu sabah en son dort sene once geldigim sokaklarda gezerken yeni yapilmis konutlari, adalet sarayini, acilan supermarketleri, isikli caddeleri hayretle gozlemledim. Iste orda dur di mi? Yani bak adamlar ne kadar da gelisti, aferim, ilk geldigim 2000 yilina gore ne kadar da farkli hersey de orda kal olmaz mi? Olmaz arkadasim. Catalca ruhu devreye girecek.
Hani su Catalca'da bir arsa varmis veya buralar hep dutluktu zamaninda su kadar ucuzdu almadik dusuncesi. Birdenbire kendimi bu dusunceler icerisinde buldum. 2000 yilinda ne kadar da erisilebilirdi hersey. Belki de Turkiye'de bir araba fiyatina orta olcekli bir arsa almak ve su anda o degeri bilmem ne kadar katlamak mumkundu. Kacan firsatlar geldi gozumun onune, bir anda buna odaklanmaya basladim. Eve dondugumde kayinvalideme, adalet sarayinin arka tarafindaki izbe mahalleler cok pahaliya benzemiyor acaba bir yer alsak nasil olur falan derken yakaladim kendimi. Gerci cok pahaliymis oralar, bizdeki sit alani gibiymis ama yine de sormaya degerdi. Gordum ki Catalca ruhu heryerdeymis ve Catalca butun dunyaymis, anlayana.
Kapanisi Turkler ve Ruslarin birbirine bakis acisiyla kapatalim. Izbe Rusca'da "ev" anlamina gelen bir kelime. Genellikle koyluk yerlerdeki tek katli evlere izbe deniyor. Oysa dilimizde izbe, perisan olmus harap hale donmus yerlere deniyor. Benzer sekilde Rusca' da saray, pislik, yikinti, guzel olmayan yerler icin kullanilan bir kelimeyken, Turkce'de sultanlarin padisahlarin yasadigi harika mekanlar oluyor. Iste dil boyle bisey iki komsu millet iki dil.