Monday, April 30, 2007


Bugun hizli basladim; ikinci yazimi da yaziyorum. Ozellikle 14 gun aradan sonra guzel bir baslangic oldu. En basta tanimladigim disiplin kavramina uygun olarak gidiyorum demektir. Bir de bugun tatildeyim. Belcikalilar'in kopru yapmakta ustlerine yok. Bir resmi veya dini tatil Sali veya Persembe gunune denk geldi mi direk Pazartesi veya Cuma tatile donusuyor ve kopru olusturulmus oluyor. Ben de bu koprunun tadini cikariyorum. Turkiye'de yasarken ve ozellikle de 9 gunluk bayram tatillerinden once donmesi adetten olmus bir geyik vardi. Yok efendim biz Turkler cok tatil yapiyormusuz da bizim kadar resmi tatili olan bir memleket yokmus. Bu soylemin kulliyen yalan oldugunu nacizane bir senelik Almanya ve uc senenin biraz uzerindeki Belcika deneyimlerim sayesinde ogrenmis bulunuyorum. Malesef (ve belki de iyi olarak) biz tatil ve az calisma olayinda Avrupalilarin eline su dokemeyiz. Mesela Belcika'da haftalik calisma maksimum 37.5 saat. Fransa'da 35, Almanya'da 38 saat. (Turkiye'de 45 saat). Belcika'daki resmi ve dini tatiller de Turkiye'dekilerden fazla. Benim calistigim firma haftada 40 saat calistiriyor ve bunun icin bize fazladan 15 gunluk tatil veriyor. 15 is gunu. Zaten yasal zorunluluk olarak da 20 isgunu tatil var ve Turkiye'de oldugu gibi Cumartesiler is gununden sayilmiyor. Boylece toplam 35 is gunu tatil (toplam 7 hafta yapar) ve 10-11 isgunune denk gelen resmi tatillerle insan ne zaman calistigini unutur hale geliyor. 4-5 hafta araliksiz tatile cikan insanlar taniyorum.

Yani kisaca; dunyada en cok Turk'ler tatil yapiyor yalanlarina inanmayin!

Teknolojiden sikayetciyim.


Sene 2007 ve hatta Nisan ayini bile bitirmek uzereyiz ve ben teknolojiden cok siddetli bir bicimde sikayetciyim. Hayir oyle bazilarinin bekledigi gibi isinlanma teknolojisi bulunmadigi icin veya ucan arabalarin sehirlerin ayrilmaz parcasi halini almadiklaridan oturu hayal kirikligina ugramis falan da degiilim, benim beklentim cok daha basit; dis fircalamamak. Evet bu kadar basit.

Dunyada bilim adamlari onlarca sey buluyorlar. Hergun ayri bir derde derman oluyorlar, hatta bunlari birakip ne amaca hizmet edecegi bir turlu anlasilamayacak anketler yapmakla bile ugrasabilecek bilim adamlarimiz var ama dis fircalamama teknolojisini gelistirebilen bir bilim adamimiz yok.

Hayalimde soyle bir urun var, dislere senede bir veya iki kere dis macunu gibi bir kimyasal madde surulecek ve bu madde dis curumelerini engelleyip disleri asitlere karsi koruyacak. Boylece her gun 3X3 = 9 dakikamiz bize kalacak. Hala insanligin binlerce yil once kesfettigi sekilde dislerimizi fircalamaktan kurtulacagiz. Evet, farkindayim, dis hekimleri, dis macunu ve dis fircasi ureticileri bundan epey zarar gorecekler ve buyuk ilac lobileri bunun karsisinda olacak ama yine de insanliga yapilmis buyuk bir hizmet olacak bu. Tabii agiz kokusu ve agizdaki hos olmayan tadlarin giderilmesi icin yine macun veya gargara benzeri bir sey kullanmakta fayda var.

Monday, April 16, 2007

Kuresel isinma ve etkileri

Su siralarda en moda sey olan kuresel isinma hakkinda bir kac satir yazi yazmayi kendime bir borc bildim. Kuresel isinma son zamanlarda cok duydugumuz bir ifade. Ozellikle Avrupa'da oldukca iliman gecen kistan ve erken gelen yazdan sonra oldukca tarafta topladi. Insanlar surekli bos kaldiklarinda "ne olacak bu dunyanin hali?" sorusuna yanit arar oldular. Brukselde Subat ortasindan beri sicaklik ortalamalari 15-20 derece arasinda gidiyor. Ozellikle son bir haftadir oglenleri 30 derecenin altina pek inmedi.

Bu da dogal olarak acaba gelecekte bu ne gibi bir etki doguracak diye sorduruyor insana. Acaba insanlar artik Turkiye, Ispanya, Yunanistan gibi tatil ulkelerine gitmeyi birakip Belcika'ya mi gelecekler tatile? Acikcasi iki kis daha boyle gecer iki kere daha Nisan ayinda 30 derecelere ulasan sicakliklara sahit olursak bunun olma ihtimali artiyor. Zaten TIME dergisi son sayilarindan birisinde kuzey ulkelerinin 15-20 sene sonra cazip turizm merkezleri olacagindan bahsediyordu. Ozellikle Baltik ulkeleri cok favori olacakmis. Simdiden birikmis parasi olanlara tavsiye edilir.

Ben kendi payima neye inanacagimi sasirmis durumdayi. Bir tarafta kuresel isinmanin oldugunu ve bir an once onlem alinmasi gerektigini soyleyenler, obur tarafta kuresel isinma yoktur, varsa bile insan etkisi sinirlidir diyenler, baska bir kosede ise kuresel isinma varsa bile bu soruna 50 sene sonra care aramak daha dogru olacak diyenler, en son kosede kuresel isinma yoktur kuresel soguma vardir diyenler. Nisan 16'da, 30 derece sicakliktaki bir Bruksel aksaminda bunlari yazarken kuresel isinmanin olmadigina inanmak cok zor. Ankara'da kar, Valencia ve Barcelona'da ise sakir sakir yagmur yagarken dunyanin civisi cikti diye dusunuyorum yavas yavas.

Thursday, April 12, 2007

Italyan gorunumlu Turk lahmacuncusu

Bugun yaklasik iki hafta once Bruksel'de gordugum bir Italyan restoranindan bahsetmek istiyorum. Kapisindan girdiginiz andan itibaren salas bir Napoli pizzacisi havasinda. Tas firinin arkasinda beyaz onluguyle ve dudaginin altinda bir tutam sakaliyla, tam Italyan pizzacisi gorunumlu bir kisi. Garsonlarda sanki Messina veya Palermo'dan kopmus gelmis. Tamam mudurumu tam Italyan restoranina getirdim diye dusunulur. Amerika'li mudure uzun uzun Italya bilgisi hakkinda gosteri yapilir. Hatta Roma'da bunun gibi soyle yerler var boyle yerler var denir. Garson gelir siparisler Fransizca olarak verilir. Yemegin ortasinda tam bu pizza Napoli usulu mu Roma usulu mu tartismasi yaparken adamlarin kendi aralarinda konusmalarina dikkat edilir ve gorulur ki adamlar oz be oz Turk. Kimbilir belki de bu salas pizzaci daha once lahmacun salonuydu ama pek is yapmadi ve Italyan pizzacisina donduruldu. Garson tekrar masaya geldiginde Turkce sorulur "Kardes sen Italya'nin neresindensin? Biz de seni Italyan zannetmistik diye". Karsiliklik gulusulur. Adamlar, sagolsunlar, bize indirim yaparlar ve mekandan ayrilir. Mudure de "bu sefer gercekten seni Turk'lerle alakasi olmayan bir yere goturmeye niyet etmistim ama kismet degilmis..." denir.

Wednesday, April 11, 2007

Kultur farki


Uc senedir Belcika'da yasiyorum. Bugun iki ulke yada iki ulke insani arasindaki farka isaret eden kucuk bir ornek yazmak istiyorum. 5,5 ay once baba oldum. Esim calistigi icin cocugu krese vermeyi dusunduk. Belcika'lilar beni daha onceden Belcika'da kreslere cok talep oldugu icin yer bulmanin zor oldugu konusunda uyarmisti. Bu sebeple aramalara basladik ve esimin hamileliginin 6. ayinda cocugu bir krese yazdirmayi basardik. Iste bu da adresi :http://www.boumbadaboum.be/nursery/index.htm. Fakat soyle bir sorun vardi; gec kalmistik. Kreste sadece haftada 4 gunluk yer kalmisti ve biz de mecburen cocugu bu sekilde kayit yaptirabildik. Ustelik biz Belcika'lilarin buyuk cogunlugu gibi cocugu 3 aylikken degil 10 aylikken krese vermeyi dusunuyoruz. Buna ragmen gec kaldik. Su anda Eylul 2007 icin sira bekliyoruz, belki bir yer acilir da cocugumuzu haftada 5 gunluk verebiliriz diye.

Isin ilginc yani ise bu hikayeyi anlattigim Turk'ler "aa cocugu, esin 6 aylik hamileyken mi krese yazdirdiniz ne kadar da erken" diye tepki verirken, Belcika'lilar ise "aa neden cocugu bu kadar gec krese yazdirdiniz" diye tepki verdiler. Kultur farkina guzel bir ornek oldu bu da.

Monday, April 9, 2007

Yazi

Bugun yazmamin bir sebebi var yazma hevesi. Yazi ilk ortaya ciktigindan beri, binlerce yil once yaziyi bulan ilk insan magarasinda duvara ilk harfi kazidigindan beri insanlar yaziyi kalici olmak icin kullaniyorlar. Herkes bir tasa sekil verip onu bir Apollon heykeli yapamiyor, ya da notalarla oynayip bir 9. senfoni besteleyemiyor ama herkes bir iki kelimeyi yan yana getirip yazabiliyor. Bu yazinin iyi veya kotu olmasi anlamina gelmiyor ama yazi yazmanin ne kadar basit oldugunu ortaya cikariyor. Bir kalem biraz kagit (bugunlerde bir bilgisayar da yeterli)ve iste basliyorsunuz yazi denen maceraya, bir kac kelimeyle dunyanin obur ucunda yasayan ve hayatini kasapli yaparak kazanan bir adamin maceralarini anlatir halde buluyorsunuz kendinizi. Iste yazmak bu kadar kolay. Herkes bir sanat eseri olusturamiyor belki ama herkes yazabiliyor.

Insani kalici olma cabasi yaziyla iyice kendini belli ediyor. Bakalim benim kalici olma cabam ne gibi bir sekil alacak. (Henuz) Okuyucusu olmayan ama geleceginden umutlu olmak istedigim bir blogum var. Kendi disiplin anlayisima gore yazacagim. Tabi bu cok goreceli bir kavram. Benim disiplin anlayisim genellikle hizli baslamak, gittikce yavaslatmak bir sure sonra tekrar hatirlayip en bastaki kadar hizli olmasa da tekrar hizli bir doneme girmek daha kisa bir surede daha uzun surecek bir ara vermek daha az bir hevesle geri donmek seklinde. Bu yazi yazma isinin de cok benzer sekilde geliseceginden eminim.

Kimbilir gorecegiz...

Sunday, April 8, 2007

Jeremy Clarkson Turk olsaydi...

Jeremy Clarkson...





Bugunku yazimda, hayali bir konuya deginecegim. Eger Jeremy Clarkson Turk olsaydi ne olurdu. Oncelikle bu yaziyi okuyanlarin arasinda Jerem Clarkson'u tanimayanlar olabilir. Bu gayet dogal. Benim kendisiyle tanismam BBC televizyonunda yayinlanan Top Gear isimli program sayesinde oldu. Buradaki siradisi yorumlari ve ilginc analizleri sonucunda kendisinin hayranlari arasina katildim. Ingiltere'de bulundugum sirada, yazdigi kose yazilarindan derlenmis kitaplarindan aldim ve sadece otomobiller degil, diger bir cok konu hakkinda da sivri fikirlere sahip birisi oldugunu gordum. Daha detayli bilgi icin Google'da Jeremy Clarkson diye araninca yuzlerce sayfanin cikacagindan eminim.

Benim bugun kendisinden bahsetmek istememin sebebi Born to be riled (Gicik edilmek icin dogmus) isimli kitabinin baslarinda gecen bir makalesi. Oncelikle gerekli gordugum yerleri kisa kisa tercume edecegim. Tercuman olmadigim ve cok umursamadigim icin kelimesi kelimesine bir tercume olmayacak. Sadece ana fikrini versin istiyorum. Kitabin Turkce baskisi var mi bilmiyorum ama en azindan Ingilizcesini siddetle tavsiye ediyorum.


"Bir otomobil gazetecisi olarak hayatinizin cogunu egzotik yerlerde yeni arac lansmanlari sirasinda, arac ureticilerinin sundugu leziz yemeklerle midenizi doldurarak gecirirsiniz. Daha sonra halkla iliskiler yoneticisinin isteklerine uygun olacak sekilde o aracin ne kadar harika olduguyla ilgili bir yazi yazmaya girisirsiniz. Aslina bu yeni xyz modeli araci begenmemissinizdir ama kime ne, bu araci ovun ve bir sonraki urun lansmanina davet edilmeyi garantileyin. Peki bu yazilari okuyup inanip bu araci alacak zavallilara ne olacak? Ne farkeder ki onlarla asla bir yerde karsilasmayacaksiniz cunku bu sirada siz Afrika'da zxy modeli bir aracin tanitim toplantisinda olacaksiniz.

Boyle yasiyordum ve gercekten muthisti. Fakat malesef Top Gear programini sunmaya baslayinca hayatim da degisti. Cunku birdenbire bu insanlar benzin istasyonunda, restoranda, sokakta karsima cikmaya basladilar. Ben tavsiye ettigim icin araba almislardi ama hic memnun degillerdi cunku araba surekli ariza yapiyordu.... Bu sayede gazeteciligin bir sirrini ogrendim, kafanizdan gectigi gibi icinizden geldigi gibi yazacaksiniz... biliyorum bazi firmalarin kabusu oldum, mesela artik hic Toyota surmeme izin verilmiyor veya sayisiz olum tehditi aliyorum... fakat sunu biliyorum bu sayfalara yazdigim her satir bana ait, benim dusuncelerim. Bir araba odunc aldim biraz surdum ve hissettiklerimi yazdim. Halka iliskiler sosuna bulanmadan, sadece gercek dusuncelerim..."


Norfolk(Ingilterenin dogusunda bulunan bir eyalet) hakkinda yazdiklari:





"20. yy henuz Norfolk'a ulasmamis. Bu sasirtici degil cunku Norfolk'a gitmenin hic bir yolu yok. Londra'dan ciktiktan sonra Hornsey ve Tottenham gibi sehirleri gectikten sonra ancak M11 otoyoluna ulasabiliyorsunuz. Bu otoyol dogru yonde gidiyor fakat daha sonra akilci bir sekilde Cambridge sehrine dogru donuyor, bundan sonra yola devam etmek icin Camel Trophy'de kullanilan araclardan birine ihtiyaciniz var...

Ben aracimla giderken insanlarin "aa bak bir Cosworth" demesine alisigim ama Norfolk da "aa bak bir araba" diyorlar. Baska bolgelerde insanlar arabamin ne kadar hizli gittigini ogrenmek istiyorlar ama Norfolk'da saban performansi hakkinda bilgi istiyorlar..."

"Bir dahaki sefere bir arkadasim Norfolk'da evlenecegini soylerse ona telgraf gonderecegim ama bu asla oraya ulasmayacak cunku daha telefondan haberleri yok ya da kagittan ya da murekkepten..."

simdi bir an icin bu acimasiz satirlarin Turkiye'deki ulusal bir gazetedeki koselerden birinde herhangi bir yerlesim birimi icin yazildigini ve sonuclarini tahmin etmeye calisin. Malesef boyle bir sey mumkun degil. Cunku elestriye acik bir toplum degiliz. Bundan daha hafif cumleleri bile kaldiracak hic bir yerlesim birimi yok Turkiye'de ve iste belki de bu yuzden biz de henuz bir Jeremy Clarkson yok ve butun kose yazarlari, gazeteciler davet edildikleri etkinliklerin sponsorlarini oven yazilar yazarak hayatlarini kazanmaya ve insanlari kandirmaya devam ediyorlar.

Gorusmek uzere...

Saturday, April 7, 2007

Okkali Kahve Merhaba

Merhaba,
Sonunda blog sahibi kimseler kervanina ben de katildim. Biraz cevre baskisi, biraz ozenti, biraz da bakalim bu blog isi nerelere gidecek gibi dusuncelerle bu ise kalkistim. Baslangicta farkedilecegime dair umudum oldugu icin bir sure kimseye blog sahibi bir insan oldugumdan bahsetmeyecegim. Bakalim ne zaman bulunup ne zaman kesfedilecegim.

Yazar olmak gercekten zor bir is. Cok yakindan biliyorum bunu cunku annem de bir yazar. Bazen bir sayfayi yazmak icin gunler haftalar gecirmesi gerekiyor bazen de kendisini yazinin buyusune oyle bir kaptiriyor ki gunlerce hic durmadan yazabiliyor. Sanki bir trans veya hipnoz ani gibi.

Bu blog digerlerinden farkli ne getirecek diye dusundum bir sure yazmadan once. Bu blog digerlerinden farkli bir sey getirmeyecek sonucuna vardim. Digerleri gibi bir blog olacak. Ben ne yaparsam dusunursem icinden bir kac satir damitip buraya yazacagim. Basta da soyledigim gibi, bakalim nereye gidecek.

Gorusmek uzere.