Friday, December 25, 2009

Anahtar


Arabamdan iniyorum. Cok kisa bir isim var. Hemen arabaya donuyorum. Kapi acilmiyor. Bir kac kere deniyorum. Hay Allah! Neden acilmiyor bu kapi. Meger aceleyle inerken farkina varmadan kilitlemisim arabayi. Benim arabam falan diye dusundugum araba anahtari gormeden kapilarini acip beni iceri almiyor. Beni tanimiyor! E hani araba benimdi? Bir kac dakika oncesine kadar sahibiydim. Anahtar olmadi mi olmuyor iste. Bu anahtar belasindan insan 30 senedir yasadigi evinin kapisinin onunde paspas gibi kaliverir de cilingir veya yedek anahtari olan bir tanidik derdine duser. Insanin sahipligi anahtarla sinirli demek ki.

Bu kisa olay beni bir an icin anahtar kavrami uzerine dusunduruyor.
Bruksele tasinmadan once Turkiye'deki isimden ayrilip ofisin anahtarlarini, evimi kiraya verip evin anahtarlarinin, arabami satip arabanin anahtarlarini elden cikarmistim. O son anahtarin da elimden gittigi ani cok net hatirliyorum benim icin cok etkileyiciydi. Epey bir sure bir eksiklik, ciplakliga yakin bir bosluk hissetmistim. Bruksel'de evin ve arabanin anahtarlarini alana kadar devam etmisti bu his. Gercekten cok garipti dusununce.

Anahtar hayatimizda oldukca fazla yer tutan, anlami olan bir nesne. Kapilari aciyor, arabalari calistiriyor, tamamen gerekli bir seye benziyor. Yine araba ornegine donecek olursak su anda anahtari o kadar benimsemisiz ki arabanin deposuna konulan benzin kadar arabanin gitmesi veya kapilarin acilmasi icin gerekli goruluyor. Aslinda uzerinde dusunce anahtarin hic bir fonksiyonu veya arti degeri yok. Evet biliyorum hirsizlara karsi koruyor falan ama bir an icin hirsizlik veya baskasinin malini alma diye birseyin olmadigini farzedelim. Boyle bir dunyada hic kimsenin anahtara ihtiyaci yok. Insan arabasini evin onune parkediyor. Kapilari kilitlemeye gerek yok cunku o arabanin benim oldugunu veya en azindan kendilerinin olmadigini herkes biliyor, evin kapisi kilitli degil. Kapiyi acip giriyorum ve sadece kapiyi cekiyorum. Kilit zaten yok. Anahtar olmayinca kaybetme, unutma derdi de yok. Anahtarsiz bir dunya ne guzel olurdu.

Friday, November 27, 2009

Pisagor'un donu

Ortaokul ve lise yillarinda herhalde en sevmedigim derslerden birisi tarihti. Ne ilginctir ki universiteden sonra tarih gitgide cok ilgimi ceker oldu ve sonunda en sevdigim konulardan birisi oldu denebilir. Bana boyle sevme potansiyelim olan bir konuyu nefret ettirme basarisi gosteren mufredati basarisindan dolayi tebrik etmek gerekir. (Ayrica mufredat kelimesi de bir tek burda kullanilabiliyor galiba.)
Matematik ise sevdigim bir konuydu. Fakat bir cok sinif arkadasim icin bu boyle degildi. Cogu nefret ederdi matematikten. Icinde eglenceye ve toleransa hic yer olmayan acimasiz bir bilimdi matematik. Oysa ne kadar da kolay insana bir dersi sevdirmek ilgisini cekecek bir nokta bulmak.
Mesela konu Pisagor olsun. Pisagor hatirlayacaksiniz su dik kenar ucgenlerle ilgili denklemi bulan unlu matematikci. Hadi kisaca hatirlayalim. Bir dik kenar ucgenin iki kisa kenarinin uzunluklarinin karelerinin toplami en uzun kenarin uzunlugunun karesine esittir. Bir de ornekle pekistirelim. Kisa kenarlari 3 cm ve 4 cm olan bir dik kenar ucgen olsun. 3 un karesi 9, 4un karesi 16. 16 + 9 = 25 ve bu esittir uzun kenarin karesine. 25in karekokunu alinda uzun kenarin 5 oldugu bulunur. Ne kadar basit degil mi? Tamam bu kadar hatirlama yeter simdi tekrar konuya bakalim. Olayi eglenceli hale getirecegiz degil mi? Iste soyle yapiyoruz.
Simdi bir kagida bir dik kenar ucgen cizelim. her kenarina kenar uzunlugu ebatlarinda uc adet kare ekleyelim. En uzun kenar, veya an buyuk kare yukari gelecek sekilde cevirelim. Iste bu sekil bir erkek ic camasirini (slip don) andirir. Buna da Pisagor'un donu denir, e tabi hakli olarak.
Burda yapilmisi var (not sekli buyuk kare yukari gelecek sekilde dusununuz):





Wednesday, November 11, 2009

Mad Men

Bos vakit cok olunca yeni bir dizi izlemeye basladim; Mad Men. 1960li yillarda Madison Square'de ofisi olan reklamcilari konu aliyor bu dizi. Ilk sezonu 2007 yilinda cekilmis ve su anda ucuncu sezonu oynuyor. Ben ilk sezonun uc bolumunu seyrettim ve o diziden 60li yillara yonelik gosterilen herseyin dogru oldugunu farzedersek benim icin bir bilim kurgu eseri izlemekten cok farkli degildi. Gunumuz dunyasi ile karsilastirildiginda inanilmaz farkli bir dunya:

- sigaranin zararlarinin daha kesfedilmedigi ya da tam olarak kabullenilmek istenilmedigi zamanlar, sigara ureticileri doktor tavsiyeli reklamlari yayinlamayi daha yeni birakiyorlar bu yuzden, surekli heryerde sigara iciliyor, ofislerde, arabalarda, bekleme odalarinda, hatta doktor muayeneye girdigi hastasinin yaninda bile sigara iciyordu. Hamile kadinin bir elinde sigara diger elinde viski vardi.
- isyerinde kadinlar sadece sekreterlik yapiyor. Bugun olsa cinsel tacizden ote tecavuz olarak algilanacak bir cok davranis gun icinde tekrarlaniyor.
- basroldeki adam musterinin birisi kadin diye cok sasiriyor ve musteri toplantida biraz ters konusunca "bir kadinin benimle boyle konusmasina izin veremem" diyerek toplantiyi terk ediyor.
- adamin biri, kosup oynarken bir seyleri kirip doken baska birisinin cocugunu babasinin gozunun onunde azarlayip tokatliyor, cocuguna biraz terbiye ver burasi ahir degil diye babaya cikisiyor. Cocugun babasi da bunun uzerine tekrar cocuga kiziyor ve tokat atan adama eger dersini almadiysa ben de bir kac tane patlatabilirim diyor.

Dunya (hadi biraz ayaklarimizi yere basalim, Amerika) son 50 senede ne kadar da carpici sekilde degismis. Dogru algimiz nasil da tamamen yeniden tanimlanmis.

Bu dizi ben de iki dusunce dogurdu:
1 - mesela kadinlarin hakir goruldugu veya dupeduz irkcilik yapilan bir dizi/film/kitap ortaya cikarmak istiyorsaniz, olaylarin gectigi zamani 40-50 sene geriye goturdunuz mu her yol mubah.
2 - acaba 50 sene sonra bugun dogal karsiladigimiz ne gibi davranislar inanilmaz karsilanacak. Dusunmesi bile cok zor.

Thursday, November 5, 2009

Casus belli

Ben muhendislik okudum, hatta hadi siz yabanci degilsiniz cunku istatistiklerden ve yazdiklarima yapilan yorumlardan anladigim kadariyla yazdiklarimi sadece annem okuyor, tam adini da soyleyeyim makina muhendisligi idi bizim bolum.

Aslinda teorik olarak cok karizma bir potansiyeli var. Bir yandan muhendislik, insanlik tarihi basindan beri insanlar icin birseyler uretmisler muhendisler. Ote taraftan makina muhendisi, makinalarla ilgisi olan bir dal, yani teknik bisey. Ingilizcesi de hic fena degil "mechanical engineering". Aslinda Turkcesinden daha cok tanimina uyuyor, olayin mekanik oldugu cok ortada. Direk Leonardo Da Vinci gibi hissettirir insana kendini.

Gelgelelim isin asli ya da kazin ayagi pek oyle degil. Cok az insan universiteden mezun olduktan sonra okulda ogrendiklerini birebir ve cok yogun olarak kullanmaya basliyor. Aklima ilk gelenler doktorlar ve avukatlar. Biz muhendislerin cogu meslegini bile yapmiyor, yapanlar da epey zaman gecirip tecrube kazandiktan sonra kendilerini gercek anlamda muhendis gibi hissediyorlar. Sonucta alinan universite diplomasi oncelikle bir kariyere baslama adimi oluyor, insana is hayatinin basinda bazi kapilari aciyor ve bak icap ederse ben bir universite bitirebilirim ha isaretini gonderiyor. Bundan sonrasi ise tamamen geyik odakli bir amac. Universite diplomasi arkadas muhabbetlerine geyik malzemesi saglamaya, insana burda gordugu bazi derslerden ahkam kesmeye yardimci oluyor.

Fakat bizim dal ve diploma, malesef bu alanda bile gudik kaliyor. Mesela icinde Latince terimlerin gectigi bir ders yok. Oysa ben de cok isterdim "casus belli" lafini bir gazetede ilk gordugumda Latince oldugunu ve savas sebebi anlamina geldigini bilmeyi. Oysa ben demek casus belliymis diye dusunmustum oysa ki bok belli casus, ne casusu yazinin orta yerinde diye dusunsem bile dogruya yaklasir misim. Ya da su karizmaya bakin "pacta sund servanda", Turkcesi bile karizma "ahde vefa" (ara sira politikacilar bile kullaniyor bu karima obegi). Insan bunu bir arkadas ortaminda butun olarak hatirlayayim deyip cumle icinde Latince kullansa aksami karizmayi zirve yapmis halde sonlandirir. Hepimizin bildigi "de facto, status quo, quo vadis, veni vidi vici" kismina girmiyorum bile ama insan karsindakiyle agiz dolusu "rebus sic stantibus" diyebilse hayat cok daha farkli olurdu gibime geliyor. Uluslararasi iliskiler okuyan adam herhalde, Amerika'nin Iraga niye girdigini, tarih okuyan AB'nin asil kurulmas sebebini falan gayet karizmatik sekilde anlatabilir. Makina muhendisi ne geyigi yapar dersem, koca bir "tis".

- ya mudur sen makine muhendisisin anlarsin bu arabalarda tork yaziyor ne demek?
- bi defa makine degil makina'dir o. (karizma cabasi ama inceden)
- olm biz makine biliyoruz onu bir yanlislik olmasin.
- ben fakultesinden mezunum biliyoruz herhalde dogrusunu, istersen diplomayi cikarayim (sidik yarisi mode on)
- tamam abi bosver, tork diyorum.
- (ic ses: ya simdi tork dedigi moment, momentin hesabi neydi, kaldiracla cubuk arasindaki mesafenin metre cinsinden olculmesi carpi cubuga uygulanan gucun Nevton cinsinden carpilmasi, sonucu Nevton metre dir, bu da boyle anlatilmazki...) abicim tork dedigi guctur guc.
- nasil yani guc?
- ....
- abi?
- bosver abi torku filan nasi iyi kaciyor mu arac?

YA DA

- olm araba (veya bulasik makinasi veya camasir makinasi vesaire) ariza yapti sen bak anlarsin.
- yaa ben hic anlamam o islerden
- hocam sen makina muhendisi degil misin?
- makina muhendisiyim, tamircisi degilim (herhalde bir makina muhendisinin tek karizma kirintisi cevabi bu, oysaki eline bir tornavida al bir gayret et cabala, sonuca gidemesen bile sempati puani topla o da yok).




Monday, November 2, 2009

Asya 3/3

Asya gezisinin sona ermesiyle Asya izlenimleri de sonra eriyor. Bizim uzakdogu tabir ettigimiz bolgede insanlar genellikle cubukla yemek yiyorlar (Cin, Kore, Japonya, Vietnam vs). Cubukla yemek yiyenlerin disindakiler de elleriyle yemek yiyor (Hindistan, Malezya’nin Malay kismi vs.) . Genellikle catal kullanmayi biliyorlar ve buyuk restoranlarda cubuk yerine catal kasik da talep edilebiliyor. Fakat catalla yemek yemek tamamen bir Bati adeti olarak gorunuyor ve Cin’liler bunu geleneklerine ters olarak degerlendiriyorlar fakat sonucta bir sekilde alismislar. Ama elle yemek yiyenleri kesinlikle ilkel olarak gordukleri kesin. Ben bu durumda Bati’da bazi insanlarin cubukla yemek yemeyi de ilkellik olarak gordugunu soylemedim kendilerine.
Cubuklarda da degisiklikler var. Benim gorebildigim en bariz degisiklik Cin’lilerin tahta cubuk kullanmasi ama Korelilerin metal cubuklarla yemek yemesi. Ustelik ikisi de digerininkini kullanmanin zor ve tercih edilmez oldugunu dusunuyor. Acikcasi Kore cubuklari cok guzel ve parlak. Estetik acidan cok guzel ama bana biraz kaygan geldi. Hatta bir Kore’liden duyduguma gore Sangay universitesinde bir akademisyen uzmanligini cesitli ulkelerdeki cesitli cubuklar uzerine yapmis. Hemen her ulkenin hatta bolgenin cubukla ilgili farkli bir tarafi varmis. O bolgede kullanilan agac, malzemeye gore cubugun malzemesi degisip, kulturune gore rengi, ustundeki sekillerin anlamlari farklilasiyormus. Bu desenler ve renkler konusunda cok fazla bilgi sahibi olamadim.
Bu cubuklarin ayni bizdeki catal bicagin oldugu gibi cok pahali olarak ve set halinde satildigi cok guzel magazalar var. Insanlar birbirlerine hediyelik olarak cubuk seti goturuyorlar. Basta bizim gibi cubuklari sadece Cin lokantalarinda tek kullanimlik gormeye alismis insanlar icin biraz garip bir durum ama dusununce cok mantikli.
Cin’liler misafir agirlamayi cok onemsiyorlar. Restoranlarin herkesin bir arada oturdugu kisimlari oldugu gibi hemen her restoranin dort duvar arasinda ozel oda icinde masalari da oluyor. Is toplantilari ve ozel yemekler icin ideal. Anladigim kadariyla boyle masalarda cok asiri bir fiyat farki olmuyormus fakat genellikle cok sandalye oldugu ve o odaya servis yapan ozel elemanlar bulundugu icin masanin tamamini kapatmak (8-10 kisi kadar) bekleniyormus. Eger onem verdikleri birini yemege cikardilarsa adet olarak yemekler ortaya donen yuvarlak bir masanin uzerine geliyor. Yemekten almak isteyen cubuguyla biraz alip direk agzina goturuyor. Eger insan arzu ederse bir miktar tabagina da almasi makul karsilaniyor. Fakat sonucta herkesin agzina giren cubuklar ortadaki tabaklarin icine defalarca girip cikiyor ve bunun cok saglikli bir yemek yeme sekli oldugunu soylemek epey zor. Ozellikle butun sehirlerde surekli grip duyurulari yapildigi bir zamanda. Gittigimiz bir restoranda yemeklerden birisi epey buyukce (ve lezzetlice) bir balikti. Balik bir sosun icinde hafif yuzer bicimde duruyordu. Herkes baliktan biraz yedikten sonra bir tarafi bitti. Cinlilerden bir tanesi baligin diger tarafini da yiyebilmemiz icin baligi ters cevirdi. Bu arada bize “aslinda Cin adetlerine gore bu sekilde balik ters cevrilmez” dedi. “Hah dedim iste hijyen konusunda bir aciklama gelecek ve bize herkesin agzina giren cubuklar baligin bir tarafina degdigi icin o kisim sosla karissin istenmez falan gibi biseyler diyecek beklentisine girdim. Fakat bunun sebebi eger balik ters cevrilirse onu tutan balikcinin da kayiginin ters cevrilecegine dair inanmis. Bize eger ailesinde balikci olan birisi varsa onun bulundugu ortamda boyle bir harekette bulunmayin diye tavsiye etti. Bu olay Zhejiang eyaletindeki Taizhou kentinde oldugu ve baska bir yerde tekrarlandigini duymadigim icin heryer icin gecerli midir onu bilemiyorum. Zaten Cin o kadar buyuk bir ulke ki cogu bolgesinin diger bolgelerden farkli adetleri var.
Neyse konuya donelim; masada birden cok et cesidi (tavuk, balik dana vesaire) olmasina onem veriyorlar.Yemek herkesin yiyebileceginden daha fazla siparis ediliyor. Burda amac onemli misafiri iyice doyurmak ve “oh cok yedim” dedirtebilmek. Bunu saglayabiliyorlarsa mutlu oluyor. Ayrica bu misafirperverligin bir gostergesi. Malesef bu sekilde epey yemek israfi oluyor. Ogrendigime gore eger restorandan talep edilirse bu yemekleri paket yapabiliyorlarmis fakat beni yemege cikaran hic kimse boyle birseye tenezzul etmedi ve malesef benim bulundugum ortamlarda epey yemek israfi oldu. Yemekleri israf olmasin diye bitirmeye calismak da beyhude bir caba oldu cunku yemek miktarinin azaldigini goren Cinli tanidiklar doymadigimizi dusunup hemen yeni siparis verdiler.
Cince diye bir lisandan tek bir parcaymis gibi bahsetmek cok mantikli degilmis. Birine Cince konusuyor musun demek cok sacma bir soru oluyormus. Epey fazla etnik grubun duzinelerce lisanin bir arada yasadigi bir ulke Cin. Fakat resmi dil olan ve kuzeyde Pekin ve Sangay civarlarinda konusulan dile Mandarin deniliyor. Guneyde Hong Kong civarlarinda konusulan lisana ise Kanton dili (Cantonese) deniyor. Bu ikisi arasinda farki tam olarak anlamam mumkun olmadi. Farklari biraz bizdeki lehceye benziyor olabilir veya Azeri Turkcesiyle Turkiye Turkcesi gibi. Yazilislari ayni diyene de rastladim farkli diyene de. Anladigim kadariyla geleneksel bir Cin alfabesi var (en zor olan) fakat yakin bir zamanda (60larin sonu 70lerin basi gibi) Cin hukumeti isleri biraz kolaylastirmak icin sadelestirilmis Cin alfabesine gecis yapmis, Mandarin konusanlar genelde bu alfabeyi kullaniyorlar. Fakat sizi temin ederim “basitlestirilmis alfabeye” sozde basitlestirilmis demek daha zor, bizim icin gayet zor. Geleneksel alfabeyi anlayabiliyorlar fakat cok akici degiller. Singapur da Cin hukumetine uymus ve sadelestirilmise gecmis. Fakat Tayvan ve Hong Kong’da bu yapilmamis. Simdi aslinda ayni lisani konusuyorlar fakat aksanlari farkli, biri karmasik yaziyor digeri basit. Bu sebeple bir Mandarinle bir Kanton konusan bir araya geldiler mi eger birisinden birisi digerinin agzinda deneyim sahibi degilse, en cabuk ve kolay iletisim Ingilizce ile kurulabiliyormus. Bana bu konuda Belcika’yi hatirlatti biraz Cin.
Sangay Pudong havalimanindan sehrin yakinlarina tek istasyonluk bir manyetik yuksek hiz tren hatti kurulmus. Sehre ulasmanin en pratik ve ucuz yolu bu trene binmek. Gun icinde tren 450 km/saat hiza ulasabiliyor. Malesef benim bindigim saatlerde maksimum hiz 300 km/saatle sinirlandirilmisti ve cok yuksek hizi tecrube etme firsatim olamadi fakat 300 km/saat hiz da epey etkileyici. Insan ozellikle yaninda giden arabalar bakinca farki anlayabiliyor. Bu trenler cok masrafli oldugu icin hatti uzatmayi dusunmuyorlarmis ve hizli tren yapacaklarmis.
Asya’da bulunmak cok guzel bir his. Avrupa’nin donuklugundan, statikliginden cok farkli bir ortami var. Surekli gelisen degisen bir yuzu vardi benim ziyaret ettigim yerlerin. Calisan nufus genelde 25-35 yaslar arasinda degisen genclerden olusuyordu. Bu da yine benim alisik oldugum calisma ortamlarindan cok farkli. Insan dunyanin boyle farkli bir noktasinda insanlarin hirsla ve ozveriyle ulkelerini kalkindirmak icin calistigini gorunce cok seviniyor, onlar adina gurur duyuyor. Ozellikle Cinliler bu seneki en buyuk resmi tatillerini cok buyuk coskuyla kutlamislar. Her kimle konustuysa ulkenin daha iyiye gittigini ve bu gelismenin normal insanlarin gunluk yasam kalitesini de pozitif yonde degistirdigini soyluyorlardi. Evet bazi temel hak ve ozgurlukler konusunda Cin’in daha almasi gereken yol var fakat benim inancim Cin ve halki ekonomik anlamda gelisme gosterdikce diger alanlarda da haklarini isteyecek ve alacaktir. Bunun ilk pariltilari su anda bile gorulebiliyor. Bazi konularda (mesela kirlilik, ev fiyatlarinin yuksekligi vs.) acik acik elestiri yapabilmek ve hukumeti goreve cagirabilmek tolere ediliyor. Hukumet demisken Cinlilerin belki de yonetim sistemlerinden kaynaklanan bir sekilde her lafin icine bir hukumet sokma, her seyi devletten bekleme gibi bir konusma bicimleri var. Mesela “Cin halki hukumete ev fiyatlari cok artti bazilari spekulasyon yapiyor diye sikayet etti, Cin hukumeti geleneksel Cin degerlerini kaybediyoruz diye dusunerek aileyi guclendirmek icin sunu yapti, Cin hukumeti suraya kopru yapilirsa iyi olur dedi” gibi ornekleri sayisi miktarda cogaltmak mumkun. Bu da herhalde merkezi idarenin cok kuvvetli ve hayatin her alaninda soz sahibi olmasindan kaynaklaniyor. 10 gunluk is gezisi sonucunda bu konuda cok derin analizler yapmak amacinda degilim fakat benim bile bu konu dikkatimi epey cekti.
Son olarak kisa bir tarihi bilgi vererek bitirmek istiyor. Hong Kong’un en onemli yerleri Hong Kong adasi ve Kowloon denilen kisim. Buralari afyon savaslari sonucunda Ingilizler kalici olarak elde etmisler. Daha sonra New territories denilen kismi 99 yilligina Cinlilerden kiralamislar. Iste aslinda yanlis bilinen bir gercek Hong Kong’un tamami Cinlilerden kiralanmamis. 1987 yilinda Cin ve Ingiliz hukumetleri tum Hong Kong’un Cin idaresine girmesini saglayan fakat el degistirmeden sonra 50 yil boyunca yasalarda temel bir degisiklige gidilmemesini garanti eden anlasmaya varmislar. Bu anlasmaninin sonucunda 1997 yilinda Hong Kong tamamen Cin’e devredildi. Aslinda Hong Kong adasi ve Kowloon hala Ingiliz idaresinde kalabilirdi ama butun temel ihtiyaclarini Cin’den gideren bu yerlesim birimlerinde eger Cin zorluk cikarirsa hayat epey zor olabilirdi. Iste bu sebepten Margaret Thatcher’in bazi garantiler alarak butun Hong Kong’u Cin’e terkettigi zannediliyor. 1990 yilinda Hong Kong’un kisi basina geliri Ingiltereyi gecti. Boylece tarihte ilk defa bir somurge (ya da koloni), kendisini somuren (ya da kolonilestiren) ulkeden daha zengin hale gelmis oldu.
Boylece Asya serisinin de sonuna gelmis olduk.

Sunday, November 1, 2009

Asya 2/3

*Nanjing Road (Nanjing Lu)
*Huangyan havalimani - Yolculuk nereye?


Asya 2
Hong Kong’a gelmeden once internette bazi sokaklardaki agir sarimsak kokusu ile ilgili yazilanlara icten ice alayci yaklasmistim. O satirlari yazan kisilerin pek yeni seylere acik olmadigini dusunmustum. Taa ki meshur sokaklarin 100 metre yakinina gelene kadar. ACikcasi, benim diyen kisinin o kokuyu en azindan ilk bir kac gun “normal” olarak algilamasi mumkun degil. Tarifi mumkun olmayan keskin bir koku. Yaziyla nasil tarif edilir bilmiyorum ama insanin mutlaka bir kere kendi basina tecrube etmesi gereken bir koku. Tek kelimeyle inanilmazdi.
Yine Hong Kong’la devam edecek olursam sokak tabelalarinda yine Ingilizce ve Cince yaziyor fakat fark cok buyuk. Oncelikle Hong Kong’da Ingilizce Cinceden once geliyor ve hemen hemen her seferinde cok dogru bir Ingilizceyle yazilmis. Malesef Cin’de boyle bir seyden bahsetmek mumkun degil. Bazen tabelalarda sacma sapan bazen de dogrudan cevirmelerin yapildigi bir cok yanlis tabela var Cinin buyuk sehirlerinde. Ingilizce bilen birisinin hemen mudahale etmek isteyecegi turden rahatsiz edici yanlislar bunlar. Bu konuya biraz daha detayli girecegim biraz sonra. Bahsettigim Cinliler bunun Ingilizce degil Cingilizce (Chinese English) oldugunu soylediler. Hong Kong’da diger inanilmaz sey de tabelalarin renklerinin, sekillerinin tipatip Ingilteredekiyle ayni olmasi. Yani sanki birisi Ingilterenin herhangi bir sehrinden sokup bu tabelalari buraya dikmis gibi duruyor.
Hong Kong’un bazi ozellikleri bilim kurgu filimlerinden firlamis gibi. Mesela domuz gribi salginina karsi surekli heryerde uyarilar var ve uyarinin yanisira sehrin cesitli yerlerine, metrolara, alisveris merkezlerine falan anti bakteriyel dezenfektanlar yerlestirilmis. Elinizi yaklastirinca otomatik olarak bir kac damla dezenfektan madde birakiyor onunla kuru olarak el temizlemek mumkun. Ayrica metroda surekli eger kendinizi hasta hissediyorsaniz evde kalin insan icine cikmayin anonslari yapiliyor. Sokakta bazi insanlar maskelerle dolasiyor. Neden bilmiyorum ama bana bir bilim kurgu filmi havasi verdi butun bunlar. Bir de bu maske isini cok merak ediyorum, gercekten bir ise yariyor mu diye.
Hong Kong’da yillarin geyigi olan bir konuyu acikliga kavusturmus oluyorum. Oncelikle bu geyigini dunyada sadece iki sehir icin (Hong Kong ve Singapur) yapildigini soylemekte fayda var. Nedir bu geyik derseniz “abi Hong Kong’da temizlige o kadar onem veriliyormus ki yere tukurmek 1500 dolarmis, cop atmak 5000 dolarmis.” Simdi kesin rakamin cok onemi yok, onemli olan mesaj oncelikle mutlaka Hong Kong veya Singapur olacak. Daha sonra cezanin bin dolar mertebesinde bir sey oldugu soylenecek ve insanlar oha ne bicim bisey bir cop atiyorsun yere bilmem kac maaslik ceza kesiyorlar adama zira binlerce dolardan bahsediliyor burda hissiyati yaratip sasirtmak. Benim ozellikle cocuklugumda cok donerdi bu geyik. Evet gercekten de Hong Kong’da temizlige “sozde” cok onem veriliyor ve sokaklarda insanlari cezalara karsi uyaran tabelalar fazlasiyla mevcut. Mesela ben sokakta sokaga cop atmanin cezasi 1500$’a kadar cikabilir tabelasini epey fazla gordum. Tabi Hong Kong’da Hong Kong dolari kullanildigi ve sehir icinde $ olarak ifade edildigini dusunursek insan bir anda nerde oldugunu da unutursa ceza gercekten 1500 Amerikan dolariymis (yaklasik 2250 TL) gibi algilanabilir. Fakat aslinda bu ceza Hong Kong dolari olarak ve yaklasik 360 TL’ye denk geliyor. Evet yine fazla bir ceza fakat acikcasi eger polisin gozunun icine baka baka yere cop atmiyorsaniz cok yakinen takip edildigini ve SIKICA uygulandigini zannetmiyorum. Zira ben yere cop atan Hong Kong’lu da gordum, pislik icinde sokaklar da. Fakat genel olarak Hong Kong temiz ve guzel bir yer denebilir.
Daha once Cingilizce tabela konusuna detayli girecegimi bahsetmistim. En buyuk sorun Cinlilerin herseyi tercume etmesi oluyor. Mesela Sangay’in en meshur caddesinin adi Nanjing Yolu(caddesi). Simdi yolun Cincesi anladigim kadarila LU ve Cince’de buna Nanjing Lu deniyor. Tabi bu Cin alfabesinde yazildigi icin benim gibi cahillerin anlama imkani yok. Neyseki altinda Latin harfleriyle yazilmis Ingilizce versiyonu var. Orda da soyle diyor “Nanjing Road – hatta Nanjing Road West veya East”. Yola Ingilizcesi olan road kelimesi yazilmis ne var bunda diye dusunebilir insan. Fakat bu road kelimesi Ingilizce bilmeye Cinliler icin (ornegin taksi soforleri) hic birsey ifade etmiyor. Siz istediginiz kadar Nanjing Road Nanjing Road diye yirtinin adam sehrin en buyuk caddesi olmasina ragmen anlamiyor. O anda kimbilir belki de 200-300 km uzakta bulunan Nanjing sehrine gitmeye calistiginizi umut ediyor bile olabilir icinden. Buna Hong Kong’da soyle bir cozum getirmisler Ingilizce olarak direk okunusunu yaziyorlar. Yani road falan diye kasmiyorlar. Nanjing Lu diyorlar. Iletisim super kolay oluyor. Tabi lu isin kolay kismi. Bunun havalimani var, marketi var, merkezi var vesaire. Mesela Zhejiang Wholesale trade market, Discounted electronics center gibi Ingilizce isimlerle hedefe ulasma sansi sifira cok yakin. Bir de elinde Latin alfabesinde adresle yer aramak var onu da kisaca soyle aciklayayim. Diyelim ki bir otele, sirkete, eve gideceksiniz adresi almissiniz Wuhai road 345, Puxi, Shanghai. Taksiye binip taksi soforune gosterdiniz ve adamin anlamasini bekliyorsunuz. Soyle dusunun Istanbul Havalimanina inen bir Cinlinin elinde Cince yazilmis bir Istanbul adresiyle yol bulma imkani nedir? Biryandan da anlasilmayi bekler bir tavirla “Ortamektep lu, ortamektep lu” falan diyor. Iste Cin’de Latin alfabesiyle yazilmis bir adresle yol bulmak buna cok benziyor. O yuzden her yerin mutlaka Cin alfabesinde yazilmis adresini almak kesin gerekiyor. Bu arada Hong Kong’da toplu tasima cok gelismis oldugu icin sadece bir kere taksiye bindim belki orda gerekmiyordur.
Laf ulasimdan acilmisken, Cin’de araba kullanma aliskanliklari hic fena degil hatta yer yer Turkiye’den daha ileride oldugu soylenebilir. Fakat korna konusunda epey iddiali olduklarini soyleyebilirim. Korna cok populer bir arac ve bazen oyle siddetli bir bicimde korna caliyorlarki Turkiye’de bu sekilde korna calindiktan sonra calan adami cekip vurmasak bile en azindan bir yumruk yumruga kavgaya girmemiz veya okkali bir kufur savurmamiz gerekir. Ama Asyalilar gayet sakin karsiliyorlar bunu sanki onlara hic korna calinmamis gibi hic ustlerine alinmiyorlar hayatlarina ayni sekilde devam ediyorlar.
Cin ve Hong Kong’da otellerin hemen hepsinde Avrupadakilerden farkli olarak mutlaka su kaynatmak icin kettle, kahve, cay ve iki sise icme suyu bulunuyor. Bunlar oda ucretine dahil, eger o gece tuketilirse ertesi gun yerine yenileri koyuluyor. Servisi daha ileri goturmus bazilarinda taze meyve, hazir noodle falan gibi ekstralar da mevcut. Benzer hizmeti Ingilter ve Amerika’daki otellerde de gormustum. Kaynagi Anglo Sakson bir adet olabilir.
Hong Kong’da her sokakta bir 7 eleven bulunuyor. Bu her sokakta bulunuyor lafi bir abarti degil ozellikle Kowloon denilen bolge icin gercek. Bunlar cok kucuk magazalar ve 24 saat aciklar. Insan ufak tefek seyleri alabiliyor bu magazalardan. Bizdeki kuruyemiscilere benziyorlar. Hani nereye giderseniz gidin mutlaka bir kuruyemissci vardir ya tipki ona benziyor.

Ayrica Avrupa’da sadece iyi otellerde bulunan diger aksesuarlarin da hepsi mevcut ve istisnasiz butun otellerde su listedeki aksesuarlar ayni isimle mevcut; shower cap (dus bonesi), vanity kit (icinde kulak temizleme cubugu ve tirnak torpusu olan bir kutu), shaving kit (tras bicagi ve kremi), dental kit (mini dis fircasi ve macunu). Bazi otellerde ayrica satilan prezervatif, havlu gibi seyler de vardi. Hatti otellerden bir tanesi somyadan, bornoza, kullukten, dus perdesine kadar otel odasinda bulunan hemen herseyin satin alinabilecegini bildiren bir fiyat listesini koymustu.
Cin’e giris cikislarda su siralar domuz gribi salgini oldugu icin Turkiye’ye giristekine cok benzeyen bir saglik deklarasyon formu dolduruluyor. Bu formda grip semptomlari gosterip gostermediginize dahil sorular var. Eger grip semptomlarindan birisini gosteriyorsaniz karantina altina alinma ihtimaliniz var. Ozellikle Sangay havalimaninda vucut isisini olcen kameralarin onunden geciliyor. Fakat Dalian’dan Cin’e girerken benzer bir seyle karsilasmadim. Insan bu kontroller yuzunden biraz paranoyan oluyor. Oksurecegi, burnunu sumkurecegi varsa ucakta havalimaninda falan hasta zannedilmesin diye kendini kasmaya basliyor. Acikcasi bana biraz oldu. Simdi buralarda karantina altina alinmadan sag salim Avrupa’ya donmeyi umut ediyorum.

Thursday, October 29, 2009

Asya 1/3






*resimler Hong Kong'dan.


Son iki haftayi cogunlugu Cin’de olmak uzere uzakdoguda gecirince simdi yazacaklarim genellikle buralarda dusundugum seyler ve gozlemlediklerimle ilgili olacak. Belli bir amaci olmayan ilginc buldugum seylerden kisa kisa bahsetmek isterim.

Baslamadan once her seferinde Cinliler, Koreliler, Hong Konglular dememek icin kisaca Asyalilar diyorum. Biliyorum bunlarin hepsini ayni kefeye koymak cok dogru degil ama benim bulundugum yerden, hepsi farkli olmasina ragmen biraz da ayni gozukuyorlar. Bu tipki Hollandililarla Belcikalilarin farkini anlamak kadar zor benim icin. Bu farka varabilmem Belcika’da alti seneye maloldu bana. Yine ayni sekilde Avrupalilarin Turkleri, Araplari ve Iranlilar (ki birbirinden tamamen ayri uc buyuk kulturduru) bir gormelerine benziyor. Umarim anlayisla karsilanirim.

Oncelikle Cin’li olmak ne kadar da zor diye baslamak istiyorum. Yani insane dogacagi yeri secemiyor ama herhalde Cin’ de doganlarin hayati biraz daha zorluklar icinde basliyor. 1,5 milyar insandan bir tanesi olmaktan, ya da yer yer gercekten maddi olarak cekilen zorluklardan bahsederek baslayabilir insan. Fakat en zengin, maddi durumu en yerinde olan ve kendini en ayricalikli hissetmesi gereken insanlarin bile hayati hic de kolay degil buralarda. Mesela alfabe. Burada kullanilan alfabe o kadar karisik o kadar karmasik ki (ahh tam su anda internetten arastirma yapmis olup, Cin alfabesinde X adet karakter bulunur diyebilmek buna ait linkler koyabilmek isterdim ama olmuyor malesef ya kendiniz arastiracaksiniz ya da bana inanacaksiniz, adamlarin alfabesi epey karisik ve bir suru karakter var hatta sordugum Cinliler tam sayi veremediler), normal bir okul ogrencisi cocugun tamamen okuyabilecek seviyeye gelmesi ancak 10-11 yasindan itibaren mumkun olabiliyor. Mesela bizim gibi Latin harfleri hatta Arap harfleri kullanan ulkelerde bu yas 6-7’dir. O harfleri cizmeye calismak ayri bir omur torpusu, herhalde bir insanin yazisinin cirkin olma ihtimali yoktur buralarda. Neden siz de basit bir alfabeye gecmiyorsunuz mesela Cin’ceyi Latin harfleriyle yazmiyor sunuz? Diye sordugum birisi bana “aa oyle olmaz mumkun degil, Cince yazilamaz, Latin harfleri yetmez” diyerek cevap verdi. Hayret ki Ingilizcenin resmi lisan oldugu Hong Kong’da hemen butun Cin’ce isimleri Latin harfleriyle yazmak mumkun olmustu.

Neyse belki adamlar birgun mantikli olani yapacaklar diye dusunerek ikinci zorluga gecelim. Insanin en temel ihtiyaclarindan birisi olan yemek yemek. Gayet tabi buralarda yemek cubuklarla yeniyor. Cubukla yemek yemek bizler icin baslarda epey zor fakat epey pratik yaparak, biraz da kasarak insan bunu bir sekilde ogrenebiliyor. Tabi Cinlilerin ustaligina ulasmamiz beklenemez. Adamlar nerdeyse corbayi bile cubukla icecekler. (yok yok corba icin bizimkine benzeyen porselen kasik kullaniyorlar) . Bir de ben yerken epey rezillik oldu , ustume falan doktum. Hadi beni gecelim, Cin’de bugun varim yarin yokum. Ama burada dogan cocuklar da bu sekilde yemek yemek zorundalar. O cubuklarin ayni buyuklerinkine benzeyen cocuklar icin olanlari da var. Hatta, herhalde okullarda falan kullanilmak uzere uzerleri cizgi film kahramanlariyla cizili, beslenme cantasi gibi ufak kutulara konulmaya uygun kisa boylu olanlari da mevcut. Ama iddia ediyorum kendi basina yemek yemeyi ogrenmeye calisan iki yaslarinda iki cocuk alip birinin eline kucuk bir catal digerinin eline o kucuk boyutlu cubuklardan verdiginizde, catalli arkadasin kesin bir ustunlugu olacaktir. Cubukla yemek yemeyi ogrenmeye calisan bir cocuk gormemis olmama ragmen bu konuda iddialiyim.

Ondan sonra tarlasini isleyip para kazanmak isteyen bir ciftci herhangi bir sebepten gecimini saglayamayinca sanayi sehirlerinden birisine goc etmek zorunda. Benim gorebildigim kadariyla Cinlilerin bircogu kendi memleketlerinde yasamiyorlar ve Cin cok cok buyuk bir ulke oldugu icin memleketine 3000-5000 km uzakta yasayan insanlar sayica epey fazla. Bu kisiler fabrikalarda ise baslayinca ailelerinden uzakta kaliyorlar. Genellikle fabrikalarin icindeki yatakhanelerde uyumak epey yaygin. Eskinden herhalde daha kotuymus ama Cin gelistikce bu yatakhanelerin durumu da gunbegun gelisiyor. Hem de kira vermedikleri icin calisanlar icin bu imkan cok cazip. Odalarda 2-6 kisi arasinda kaliyorlar. Bu sirada bir kiza gonul verip evlenirlerse, genellikle kadinlar cocugu buyutmek icin erkegin babasinin evine gidiyorlar. ERkegin ailesiyle oturmak geleneksel Cinli kizlari icin cok kabul edilebilir birsey. Hatta buyuk sehirlerde kocasina ayri ev actirmayip ailesinin evine giden kizlar icin “aa bak ne hanim kizmis deniyor” Cinliler takdir ediyorlar.

Yazinin gidisatinda belli bir mantik arayanlar burdan sonrasini okumasinlar, simdi baska bir konuya atliyorum.

Hong Kong, Cin’e teknik olarak bagli olmasina ragmen ayri bir ulke muamelesi goruyor. Ben de haftasonu Hong Kong’a cok yakin bir Cin sehri olan Dongguan’da oldugum icin bari haftasonu Hong Kong’u goreyim diye dusunerek buraya gittim.

Dongguan’dan bir otobuse bindim. Yol yaklasik iki saat surdu ve sinira vardik. Ben otobusle gumrukten gecmeyi beklerken otobus bir yere parketti ve herkesi indirdi. Bavullarimizi alip pasaport kontrolune dogru yurumeye baslarken benim kafa epey karismisti. Simdi ne olacakti, pasaportu damgalayip otobuse geri mi donecektik tam olarak ne yapacagimi kestiremiyordum. Otobuste gordugum Hong Kong vatandasi bir adam hadi beni takip et sana gostereyim dedi. Gumrukten sonra otobus bizi obur tarafta bekliyor olacak dedi. Benim islemler yabanci oldugum icin biraz uzun surdu. Adam beni sinir kapisinin onunde bekledi bana nereye gidecegimi sordu ve otobus duragindan binecegim taksiye adresi Cin’ce soyleyecegini soyledi. Sonra sinirdan gectim. Hayret ki Hong Kong Turklerden vize istemiyor ve sinirda bana 90 gunluk kalis damgasi vuruldu. Obur tarafta baska otobusler sira sira dizilmisti. Benim yol arkadasi bana otobusu gosterdi beraberce bildik. Ogrendigime gore Cinli otobusler Hong Kong’a gecemiyormus o yuzden otobus degisti. Hong Kong’da trafik Ingilteredeki gibi soldan akiyor. Benim arkadas bana otobusten inip para bozdurmama taksiye yol tarif etmeye kadar cok yardimci oldu. Cok hayir duami aldi. Sehre ilk defa gelen bir yabancinin uzerinde insanin biraktigi etki ne kadar da onemli.

Ertesi gun kalabalik Hong Kong sokalarina ciktim. Girdigim ilk sokagin ortasinda kalabalik bir grup insan toplanmislar bir muzik dukkaninin sokaga bakan televizyonunu seyrediyorlar. Ben de yanlarinda durup baktim, dunyanin dort bir tarafindan gelen insanlar ve ozellikle Cinliler ekranda Michael Jacksonun “dangerous, girl you’re so dangerous” deyisini, muhtesem danslarini soluksuz seyrediyorlar. Ben de yaklasik 10 dakika kadar gozlerimi alamadan seyrettim. Michael’a bir selam caktim yola devam ettim. Daha sonra otelin onundeki bu sokaktan Sabah 10 ile gece sabaha karsi 3’te olmak uzere defalarca gectim ve her defasinda Michael orda bir grup insani hipnotize etmeye devam ediyordu. Iste dunyanin bir ucu iste bir star’in gucu.

Asya rastgele izlenimlerim devam edecek.

Friday, October 2, 2009

Kisa Kisa

asagidakiler aklima gelenler. kisa kisa...

**************************

Sagduyunun vidyosu

Facebook'ta biliyorsunuz insanlar bir suredir begendikleri herseyi cok daha kolayca paylasabiliyorlar. Ozellikle youtube'da gordukleri bazi vidyolari bir kac tusa basarak butun dunyaya ilan ediyorlar. Begeniler, ilginc gelenler kisacasi insanin nerde durduguna dair cok enteresan bilgiler verebiliyor bu kisa vidyolar. Kendim de sahsen ara sira bu yolu seciyorum. En azindan tanidiklarimla kendi capimda benden birseyler sunuyormusum gibi hissediyorum.

Bu paylasilan vidyolarin icinde cok ilginc olanlari da var. Ozellikle listemde bulunan kisilerden hassasiyetlerine yonelik vidyolar cok ilginc geliyor. Ozellikle "milliyetci, Turk'cu, ulusalci" konulu paylasilanlar cok tutkulu hazirlanan vidyolar oluyor. Bol bol Turk bayragi Osmanli imgeleri ve gaza getirici muzik esliginde gerek guncel olaylara gerekse ABD, Amerika, Yahudiler, Kurtler, Ermeniler vs.vs gibi kisilerin ulkemiz uzerindeki korkunc emellerine tepki gosteriliyor. Paylasilan fikirlere ve ifade edilen goruslere %99 oraninda karsi ciksam da oncelikle bayrak ve milliyetci soylem esliginde gaza getirebilme potansiyelleri oldugunu gormek cok kolay. Ayrica harcanan emek ve caba sadece ucuk fikirlerin bir araya toplanmasina degil, onu guzel bir sekilde sunacak teknolojik emege de ayriliyor. Yani insan boyle tutkuyla ulkesinin savunan vidyolari gorunce "vay, amma ugrasmislar demekten kendini alamiyor".

Fakat olay burda tikaniyor. Boyle karsi oldugum bir vidyo'yu seyrettikten sonra bende de sagduyunun sesi olan, insanlara benim gorusume uygun olan birseyler anlatma ihtiyaci hissediyorum. Bunu kendim yapmayacak kadar usengecim malesef, yapilmisini da bulamiyorum. Katilmadigim fikirlerin yayilmasini sessizce seyrediyorum.

*********************************

10 yil once 10 yil sonra

Zaman yolculugu mumkun olsaydi neler olurdu konulu o kadar cok film cekildi ve insanlara o kadar cok bunun edebiyati yapildi ki, biraz film seyretmis biraz kitap okumus herkes hayatinin en azindan bir anini acaba ben ne yapardim diye dusunmekle gecirdi. Dogal olarak ben de bu gruba dahilim. Benim bu konudaki fantazim acaba 10 sene 20 sene onceki kendimle karsilassaydim ona ne soylerdim, ne tavsiye ederdim noktasinda yogunlasiyor daha cok. Evet cok bariz seyler var mesela butun spor musabakalarinin sonuclarinin yazili oldugu almanak verip bahis oyunlarindan zengin olmasini saglayabilirdim (tamam bu blogdaki ilk ve son film gondermesiydi bu) . Eger boyle direk para kazancina yonelecek tavsiyeleri bir kenara birakirsak, herhalde simdi ki benim 10 sene onceki bana cok fazla soyleyecegi sey olurdu. Kimlerler arkadaslik yapmam gerektigi, neye ne kadar vakit harcamam gerektigi, neye onem verip neyi dikkate almamam gerektigi konusunda kendime cok fazla yol gosterebilirdim ve faydali olurdum diye dusunuyorum. Insan zaten yasanmisin ve gecmisin uzerine cok guzel yorum yapabiliyor, soyle olsaydim boyle olurdum demek cok kolay. "Bana bak" derdim 21 yasindaki kendime, "uzuldugune degmez zaten bu isin degeri bu, birak kendini paralama". Ne de faydali olurdum kendime.

Aslinda isler boyle yurumuyor. Insan icinde bulundugu anda bir seylere fazlasiyla inaniyor, benimsiyor. Dogrusu, gercegi bunlar oluyor. Simdi ben bu sekilde olmus giderken, karsima 41 yasindaki ben ciksa ve bana "su anda inandiklarin yanlis bak soyledir boyledir" dese. Ne anlatiyor bu adam ya kesin deli der gecerim. Ayni sekilde eminim ki 21 yasindaki ben de su anda ki bana "hadi yuru be, bak kendi isine diyecekti"

***************************

Hepimiz calisirken veya bir yere e-mail gonderirken mailin altina unvan yazmak zorunda kaliyoruz. Ozellikle butun calisanlarin birbirini tanimasinin mumkun olamayacagi kadar buyuk ve dunyanin bir kac bolgesine yayilmis sirketler bu unvan meselesi cok daha onemli hale geliyor. Eger kisi birdenbire hic tanimadigi birisinden bir mesaj aldiysa oncelikle bu kimdir, necidir unvani nedir, bana gore hiyerarsinin neresindedir sorularinin cevabini ariyor. Verilecek cevaplar da buna bagli oluyor tabi ki. O yuzden unvan cok onemli ve bir cok insan cok acik bicimde yaziyor mesajlarinin altina unvanlarini.

Ozellikle yuksek bir mevkide oldugunu belli etmesi gereken ve bunu isteyen kisilerin unvanlarina epey onem gostermesi gerekiyor. Hatta hemen her kademedeki kisi bir unvan sahibi oldugunda bunu hemen mesajlarin sonuna eklemeye basliyor.

Bu unvan enflasyonun iki tane istisnai durumu var. Birincisi unvan olarak yazacak bir sey bulamayanlar, bunlar zaten acik yazacak bir sey olmadigi icin unvan kismi bos. Ikinci grup ise sirketlerin en tepe yoneticileri konumunda olanlar. Bunlar da o kadar ust duzey yoneticiler ki herkesin bir sekilde bunlari taniyor olmasi gerekiyor ve unvan yazmak gereksiz hale geliyor.

O zaman dikkat; eger bir mesaj unvansiz geldiyse cok ust duzeyden birisiyle muhatap oluyor olma ihtimaliniz cok yuksek.

***************************

Titres-service

Belcika'da kayit disi calismanin onune gecmek icin uygulanan bir sistemden bahsetmek istiyorum. Buralarda asgari ucret, sigorta vs gibi masraflar cok yuksek oldugu icin bir kisiyi bir saat calistirmak yasal yollardan yapildiginda saatbasi yaklasik 20-22 Euroya maloluyor. Tabi ki calisanlarin eline bu paranin tamami gecmiyor. Hatta bunun cok kucuk bir kismi olan 7-8 Euro kadarlik bir kismi geciyor. Bu fark muthis bir kayit disi potansiyeli ortaya cikariyor. Soyle dusunun piyasada yasal olarak calisma izni bulunmayan ama saat basi 7-8 Euro almayi kabul edecek bir cok insan olabiliyor. Buna karsilik bir cok kisi de 20 euro verecegine kacak yoldan 8 euro vererek adam calistirmayi hakli olarak cok daha mantikli buluyor. Acikcasi sirketlerde veya magazalarda bunu yapmak cok daha zor oldugu icin isverenlerin bir cogu bundan kaciniyor. Fakat bu potansiyel en cok ev islerinde kullaniliyor. Insanlar evlerine temizlik, utu vs gibi gelen yardimci kisilere el altinda para vermeyi cok daha kolay goruyorlar.

Iste devlet bunun onune gecmek icin bir sistem kurmus. Buna gore evinde bir kisi calistirmak isteyen kisi saati 7,5 euro olarak hesaplanan servis ceklerinden satin aliyor. Daha sonra evinde calistirdigi kisilere bu cekleri veriyor. Bu kisiler de devlete bu cekleri iade ettiklerinde devlet onlarin asgari ucretten olan farkini kapatiyor ve isci hem vergisini vermis oluyor, hem kacak calismiyor ve kayit disinin onune geciliyor. Gercekte devletin kasasindan bir cikis olmuyor. Devlet asgari ucretten alacak oldugu verginin buyuk kismindan feragat etmis gibi gozukuyor fakat tabii ki devlet zaten hic tespit edemeyecegi bir geliri kayit altina almis oluyor ve bunu cok cuzi bir gelire donusturmus oluyor. Calisanlar ve isverenler hem sigortali, hem guvenilir hem de yasal bir isleyisin parcasi oluyorlar. Bu sistem epey yaygin durumda Belcika'da. Su anda servis cekleri sadece ev isleri ve hasta bakiminda kullanilabiliyor.


********************

Tuesday, September 29, 2009

QWERTY, Dvorak'a karsi


Bu blog bir cok diger yazida oldugu gibi QWERTY klavye kullanilarak yazildi. Bazilarimiz F klavye dedigimiz klavyeyi kullaniyor. Belcika ve Fransa gibi Fransizca konusulan ulkelerde ise AZERTY klavye cogunlukla populer. Fakat hem kendi kullandigim klavye olmasi sebebiyle hem de etrafimda en cok kullanildigini gordugum klavye olmasi sebebiyle bugun biraz QWERTY'den bahsedecegiz.

QWERTY kullanmaya basladigimda yaklasik 10 yasindaydim. Cok buyuk ihtimalle bildiginiz gibi ismi harflerin bulundugu ust siradaki harflerin dizilisinden geliyor. Bilgisayar ogretmenimiz rahmetli Mr. Parish, yari Ingilizce yari Turkce bize tuslara basmayi ogretirdi. "Ne zaman bir sey yazacaksin, o zaman ENTER basacaksin" laflari hala aklimdadir. Bir sene sonra Mr. Haisuki tuslara bakmadan yazmamiz konusunda epey mesai harcamisti. Sonucta onun istedigi gibi 10 parmak yazabilen birisi olamasam bile tuslara bakmadan yazabilmeyi becerebilmistim. Hala da sukranla aniyorum bu ikisini. Fakat o zamanlar QWERTY klavye bize Prometheus'a atesin verilmesi gibi sunulmustu; sanki gokten inen ilahi bir sey, yani sorgulanmadan kabul edilmeli.

Isin aslini 31 yasinda ogrendim. QWERTY klavye, inanmasi guc ama 1874 yilinda, daktilograflarin hizi YAVASLATMAK icin ozellikle tasarlanmis. Tuslarin garip dizilimi, cok kullanilan sesli harflerin sag elini kullananlarin hayatini zorlastiracak sekilde sol tarafa yerlestirilmesi gibi uzerinde defalarca deneme yanilma yapilmis dikkatli bir tasarimin eseri. O zamanlarda daktilolar iki tusa arka arkaya cok hizli basinca kilitlenirlermis. Iste bunun onune gecmek icin icat edilmis QWERTY ve dogal olarak daktilo cagindan bilgisayar cagina da dogrudan giris yapmislar.

Daha sonra 1930'larda Dvorak isimli bir kimsenin icat ettigi Dvorak klavyesi tasarlanmis. Bu klavyeyi kullananlarin zaman icerisinde yazma hizlarini iki katina kadar cikarabilecekleri ortaya cikmasina ragmen Dvorak klavyesi hic bir zaman populerlik kazanmamis. Malesef her zaman iyi olan kazanamiyor.

Ilgilenenler icin Dvorak klavyesini ogreten bir de websitesi var: http://learn.dvorak.nl/

Ayrica bu bloga ilham veren bilgiyi cok sevdigim ve su anda gecici olarak Misir'da bulunan arkadasim Memet'in tavsiye ettigi Jared Diamond'un yazdigi Guns, Germs and Steel isimli kitaptan okudum. Medeniyet ve insanlik tarihi hakkinda cok onemli ve carpici seyler bilmek ve uzerilerinde dusunmek isteyen kisilerin mutlaka okumasi gereken bir kitap bu. Temel olarak Avrupa kaynakli medeniyetlerin neden diger medeniyetlere ustunluk kurabildigini aciklamaya ugrasiyor ve bunun Avrupali bir cok irkci kimsenin dusundugu sekilde biyolojik bir ustunlukten kaynaklanmadigini cok guzel bir sekilde ispatlayabiliyor. Daha detayli bilgi isteyenler icin :http://en.wikipedia.org/wiki/Guns,_Germs,_and_Steel

bir de gereksiz bilgi: klavye kelimesi dilimize fransizca "clavier" kelimesinden gecmistir.

Sunday, September 27, 2009

Seni ariyorum Domiyonok!


Bugun yine dusundum ki Ruslar degisik insanlar. Hayir mavi gozlu, sari sacli, uzun boylu olmalarindan bahsetmiyorum. Hatta sasirticidir boyle olmayan da bir suru Rus var. Neyse konumuz bu degil. Ruslar garip insanlar cunku inanilmayacak kadar cok batil inanclari var. Bunu yaklasik 8 senedir evli oldugum esimden biliyorum. Bizzat sahit olduklarim, masanin kose kismina evli olmayan kisilerin oturmasi halinde evde kalacagi, bir yerde birsey unutulmasinin oraya geri donulecegi, bir yola cikmadan once herkesin kapi onunde bir kac saniye oturmasi ve beklemesi, bir kisinin dogumgununun ya dogumgununde ve sonra ama asla once kutlanamayacagi, bir bebek dogmadan once bebege bir sey alinamayacagi, ayrica bizde de olan tahtaya vurmak, ayna kirmanin ugursuzlugu gibi seyler. Hatta biraz arastirma yapinca bunlarin sayisinin cok cok daha fazla oldugunu goruyor insan. Mesela yuce ansiklopedi wikipedia aynen soyle diyor : http://en.wikipedia.org/wiki/Russian_traditions_and_superstitions

Fakat yine dagildik konumuz bunlar da degil. Konumuz domiyonok. Simdi domiyonok nedir derseniz tam olarak ben bilemiyorum. Bu bana esimin ilk evlendigimizde bahsettigi bisey. Hatirladigim kadariyla her evde yasayan canlilar, ruhlar oluyor bunlara domiyonok deniyor. Bu seyler evi insanlarla paylasiyorlar ve Ruslar bunlara ait bir kac objeyi evin icinde bulunduruyorlar ki bu arkadaslar kizmasinlar evde yasayanlarin basina bela acmasinlar diye. Bu konuda bilgim cok kisitli cunku ilk duydugumda "olmaz canim bu kadar da sacma sey, nerdeymis su domiyonok bana goster bakalim"cikisi yaptigim icin, esim biraz temkinli yaklasti bana ve asla tam olarak domiyonokun ne oldugunu soylemedi ve bizim evdeki nesnelerin ne oldugunu soylemedi. Suphelendigim bazi seyler var ama asla emin olamadim domiyonok nedir diye. Tam olarak nasil yazildigini bilmedigim icin de internetten de bulamadim. Simdi o yuzden haril haril seni ariyorum domiyonok. Bulanlarin insaniyet namina bana da haber vermesi rica olunur.


Ustteki paragrafi bitirdikten sonra biraz daha arastirma yaptim. Tam yazilisi "domovenok"mus ve evin koruyucu ruhuymus. http://en.wikipedia.org/wiki/Domovoi . Hatta isteyene resmini bile buldum koydum. Ama hala bizim evde domoyonoku uzak tutacak objeyi bulamadim.

Friday, September 25, 2009

Tarim bir sabir isiymis!




Master sebebiyle kisa bir ara vermek zorunda kaldigim yazilarima devam ediyorum. Gerci bir daha ara vermeyecem demek degil bu, ne de olsa kose yazari degilim ben. Her sabah yataktan kalktigimda doldurmak zorunda oldugum bos bir sayfa kagit durmuyor onumde. Alel acele disari cikip bir bilgisayarin onune yetismek zorundayim. O bilgisayarin basinda gunde 8 haftada 40 saatten az olmamak sartiyla durmak icin para aliyorum. Sonra eve geliyorum baska bir bilgisayarin onunde gunde 3 saatten az olmayarak durarak sabah onunde durdugum bilgisayarin verdigi yorgunlugu atmaya calisiyorum. Boyle bir hayatim var benim. Neyse konudan saptik ne diyorduk tarim.

Her ne kadar bazen cok cazip gelse de henuz tarim sektorune atilmadim. Fakat nacizane bir kac aydir bahceli evde yasayinca insanin bazi aletlere asina olmasi ve bazi yukumlulukler altina girmesi gerekiyor. Su ana kadar minimum temasla bu isten siyrilmasini bilmistim. Elektrikli bir cim bicme makinasi butun tarimsal ihtiyaclarimi goruyordu. Onu da ayda 2-3 kere kullanmak yeterli. Fakat insan dogasi geregi sokaklarda dolastikca gozu diger bahcelere takiliyor. Komsularin falan bu bahce islerine ne kadar mesai harcadiklarini gordukce kendini sorguluyor. Ben ki Haziran'da dusen kirazlari toplamadim ve butun Temmuz ari bahcesi sekline donusen bahcemin simdi agac yapraklariyla kaplanmasini seyrediyorum. Ee bu kadar iskenceye cimler dayanamadi. Bazi gunessizlikten bazisi bilincizce bicilmekten kendisini birakmaya basladi. Ilk geldimizde her tarafi yesil cimlerle kapli bahce simdi yer yer kellesmis ve yer yer de sararmis cim tutamlarina donusuverdi. Bunun uzerine olaya el koydum.

Bir yapi marketten bir kutu cim ve bir kutu gubre aldim, hatta daha da gaza gelip bunlari esit sekilde topraga yaysin diye bir de separator aldim. Son olarak bosluklari doldurmak icin de dort torba toprak (dort torba toprak lafini dili damagina karismadan soyleyebilen bana haber versin lutfen, sizinle ilgili cok guzel planlarim var).

Bu malzeme yaklasik iki hafta bahcede durdu. Acaba babam ziyarete gelir de yapar mi diye bekledim bir sure. Fakat "oglum, Ocak'tan once gelemeyiz" deyince is basa dustu. Istanbul'da buyumus ve kirsal yerlerde bir iki gunden fazla gecirmemis bir kisi olarak tarimla temasim sifira yakindi. Aslinda kurban bayramlarindan oturu hayvanciliga daha yakin goruyorum kendimi. Koyun surusune citin arkasindan bakmisligi, kesilmek icin bekleyen hayvana ot verip su icirdigim olmustu. Oysa tarim sektoru bambaska, supermarketin sebze meyve reyonunda en cok yaklasabildigim bu sektore uzak kaldigimi farkettim.

Aldigim malzemeye ve yapmak istedigim ise gore bilenlere sordugumda bana yaklasik 3-4 haftasonu vermem gereken bir is yapmam gerektigini soylediler. bu hesaba gore gunde 4 saat calissam 4 x 2 x 4 en az 32 saatte bu is bitecek gibi gozukuyordu. Gozum korkuyordu, bir turlu baslayamiyordum.

Bir Carsamba ogleden sonra isyerinden izinli oldugum bir zaman denk geldi. Cocugu okuldan alip hemen uyuttum ve basladim bahcede calismaya, cok yogun bir calisma sonucu yeni cim ekecegim yerlere toprak ekip oralari kurekle biraz havalandirdim. Tohum sacma aletiyle tohumlari sactim, gubreleri ekledim. Epey yorulmustum. Saate baktim 2,5 saat gecmis. Cok yorulmustum fakat butun malzeme bitmisti. 32 saatlik isi 2,5 saatte nasil bitirdim hic bilmiyorum. Herhahlde cok yalapsap oldu diye dusunuyorum. Sonra?

Iste sonrasi bana bu satirlari yazdiran. Sonra hic bisey olmuyor. Yani mesela kurban bayraminda koyun kesiliyor sonra masaya oturup kavurma yapiliyor. Supermarkette patlican aliniyor aksam evde karniyariga donusuyor, fakat bahcede bir Carsamba ogleden sonra 2,5 saat cim ekip gubre atinca sonrasinda hicbisey olmuyor. Insan oyle kala kaliyor.

Tohum ve gubrenin kullanma kilavuzunda yazdigina gore, islem bittikten sonra biraz sulamak gerekiyordu. Kafami kaldirdim gri bulutlara baktim. Istatiksel olarak Londra'dan fazla yagmur yagan Bruksel'deyiz, kesin yagmur yagacak diye bodrumdan hortum cikarma sulama ve tekrar hortum kaldirma islerinden kendimi arindirdim. Sonraki bir kac gun tarlada bugdayi arpasi olup da yagis bekleyen ciftci gibi gozlerim bulutlarda gecti. Uc dort gun tek damla yagmadi. Neyse sonunda bir kac damla dustu de hortumu cikarmama gerek kalmadi.

Bu arada gelen giden arkadaslar da surekli yorum yapiyorlar. Tohumu soyle atsaydin, topraga soyle yapsaydin diye. Soruyorum kardesim senin tarimsal tecruben nedir diyorum, ses yok. Saksia domatesin, biberin hadi onu da gectim bir kaktusun var mi, cevap yok ama yorumlar kesilmiyor.

Sonuc; sonucta tarim bir sabir isiymis. insan 32 saatlik isi 2,5 saatte yapmamaliymis. Bahceye emek istermis. Aradan 3 hafta gecti ben hala gozle gorulur bir degisiklik goremiyorum bahcemde. Yeni toprak ekledigim bir kac noktada kellesmeye baslamis bir erkegin kafasindaki saclar gibi tel tel cikan bir kac tutam cim ise beni epey mutlu etmeye basladi. Tarim sabirsiz insanin isi degilmis, hayvancilik daha dogru bir yonelimmis. Mesela cim yerine tavuklarla ilgilenseydim her gun bir yumurta yerdim en az.

Bitirmeden once tavukla ilgili bisey geldi aklima. Kime sorduysam kesin bilmiyor. Yaziyi yazdiktan sonra internetten arastiracam. Soru su: "Tavugun yumurta vermesi icin horoz gerekir mi?". Bazisi gerekir horozsuz olmaz diyor, bazisi tavuk zaten yumurta verir horoz civciv istersen gerekiyor diyor. Hatta tavuk yetistiren arkadasa bile sordum bu kesin biliyordur diye, "adam ben garanti olsun diye horoz da koydum aralarina, gercekten gerekiyor mu bilmiyorum dedi"

Saturday, January 17, 2009

En emniyetli sifreyi arayis



Kullanici adi ve sifre hergecen gun daha cok hayatimizda yer etmeye devam ediyor. Oncelikle ozel hayatimizda kullandigimiz email adresi, online satis sitesi uyeligi, facebook, linkedin gibi sitelere girmekte kullandigimiz sifreler surekli kafamizda. Buna isyerlerinde kullanilan envai cesit sisteme girmek icin gerekli olan birbirinden farkli kullanici adi ve sifreler eklenince herkesin kafasi corbaya dondu. Eskiden insanin bir sifresi olurdu hayati boyunca onu hatirlayacagini umarak yasardi. Fakat artik sifre talep edenlerin de kaprisleri artiyor. Ilk adim sifreleriniz cok kisa demekle basladi. En az 8 hane olacak diyenleri sayisi iyice azaldi. Daha sonra sifrelerde harfin yaninda numara kullanacaksiniz dendi. Tam buna uygun sifre uretmeye alismistik ki, buyuk kucuk harflere de dikkat aman onlarsiz olmaz denildi. Yaa bu isin sonu nereye varacak demeden, artik #$%@ gibi karakterlerin kullanilmadigi sifreler kabul edilemez durumda. Isin en zor taraflarindan birisi de sifrelerin 1-3 ay arasinda degisen zaman zarflari icerisinde degistirilmesi talebi. Bir de bunu yaparken son kullandiginiz 15 sifreyi kullanamazsiniz dediler mi is iyice icinden cikilmaz bir hale geliyor. Simdi kaba bir hesap yapalim. Insanin calistigi sirkette bilgisayara baglanmak icin hatirlamasi gereken sifrenin yaninda ortalama 4 sisteme daha giris yapmasi icin toplam 5 adet kullanici adi ve sifre hatirlamasi gerekiyor. Bunlarin ortalama iki ayda bir degismesi gerekiyor ve son kullanilan 15 sifre kullanilamiyor. Hesabi toparlayalim 2 x 5 x 6 (senede yapilmasi gereken degisim miktari) x 15, eger herseferinde baska sifre kullanayim denilirse icinde #$%@ gibi karakterlerin gectigi en az 8 karakterden olusan alfanumerik seylerin toplami 900 adet yapiyor. Insan ayni sekilde 5 sene calissa 4500 adet "kelime" yapar. Bunlarin hepsini de ezberledigini dusunursek 4500 kelimelik yeni bir yabanci dil ogrenmek gibi. Tam deli isi yani. Ozel hayatta kullanilan sifreler bu hesabin disinda tabii ki.


Peki bunun cozumunu nasil buluyor insanlar; cok basit yazarak. Bugunlerde hemen herkesin ya hemen bilgisayarinin yaninda ya da cekmecelerinde bir kagitta butun gerekli sifreler bulunuyor. Kotu niyetli bir kisinin herhangi bir masaya oturarak butun sistemlere hic zorlanmadan guzel guzel girmesi cok mumkun. Guzel bir guvenlik onlemi olmasi amaciyla tasarlanmis sifreler de boylece tamamen amacindan sapmis durumda ve buyuk bir guvenlik acigi olusturuyorlar. Eminim ki yakin zamanda bunada bir cozum bulunacak. retina veya parmak izi taniyan sistemlere iyice gelisecek ve bu kagitlara yazdigimiz cok guvenli(!) sifrelerin devrinden kurtulacagiz.


Friday, January 16, 2009

Helsinki Sikayet Korosu

Basliga bakip da Helsinki yurttaslar orgutu veya insan haklari derneginden bahsedecekmisim gibi bir kaniya kapilabiliyor insan ama olay cok farkli.


Hersey 2006 yilinin Mary ayinda Finlandiya'nin baskenti Helsinki'de basladi. Iki Finli insanlardaki muzik ve sikayet tutkusunu gorerek bu enerjiyi pozitif birseye donusturmeye karar verdiler. Fin dilinde Valituskoro (sikayet korosu) anlamina gelen bir ifade varmis. Bu insanlarin ust uste birseylerden sikayet etmesi anlamina gelirmis. Bu iki Finli Tellervo Kalleinen ve Oliver Kochta-Kalleinen mecazi anlamda kullanilan sikayet korosunu gercek bir koroya donusturmusler. Ben ilk defa youtube sayesinde bu korodan haberdar oldum. Her ne kadar tek kelime Fince bilmesem bile altyazilarin Ingilizce olmasi sayesinde neden bahsettiklerini anlayabildim. Hem sarki hem sikayet tarzlari cok hosuma gitmisti tekrar tekrar izlemistim. Ormanlarin kesilip tuvalet kagidina donusturulmesi ama buna ragmen tuvaletlerde tuvalet kagidi bulunmamasi, atalarinin yasamak icin yazlari cok kisa gecen bir yer secmeleri gibi cok cesitli sikayet konulari vardi.



Simdi aradan iki seneden fazla zaman gecmis ve goruyorum ki sikayet korosu global bir hareket halini almis. Dunyanin belli basli sehirlerindeki insanlar kendi sikayet korolarini olusturup dalgaya katilmislar. http://www.complaintschoir.org/ adresinden sikayet korolarinin hepsini gorebilirsiniz. Aralarina hergecen gun yenileri katiliyor. Kimbilir belki bir gun Turkiye'den bir sehir de sikayet korolarina katilmaya karar verir.


Hareketi baslatan Helsinki sikayet korosunu burdan izleyebilirsiniz. http://www.youtube.com/watch?v=ATXV3DzKv68